Travmatik bir seçim süreci yaşadık. Seçimler, sürecin bu denli gergin, kutuplaştırıcı ve travmatik geçmesinin müsebbibi olan ‘ittifak kuvvetleri’nin hüsranıyla neticelendi.
O kadar ki seçimin mağlupları hala travmanın etkisinden kurtulabilmiş değiller. Bu sebeple de ‘Ankara’yı düşürmek’ için ne gerekiyorsa yapıyorlar. Sandıkta başaramadıklarını sokakta başarmaya azmetmişler. Ankara’da seçimi tekrarlatmayı başardıkları an kampanyayı başkanlık seçimlerindeki ikinci tur oylamaya bağlayacaklar. Böylece Mansur Yavaş’a oy vermeyen MHP’liler de bu sefer “kör şeytan” deyip CHP ambleminin altına evet mührünü basacak. CHP-MHP-Cemaat ortaklığıyla kurulan İttifak kuvvetleri’ böylece bir cephede savaşı kazanmış olacak!
Yeni bir kaos planı... Ankara düşecekse sokaklar karışsın, ne çıkar!
Zihniyet bu, Ukrayna’da gördük, Avrupa Birliği’ne güvenip ülkelerini heba ettiler.
Bu kifayetsiz muhteris çırpınışlar netice vermeyeceği için biz memleket normallerine dönelim derim.
Önümüzde çok önemli gündem maddeleri var. Dahası ilk kez halk oylamasıyla yeni cumhurbaşkanı seçeceğiz.
Henüz cumhurbaşkanı adayları kendilerini belli etmiş değil. Ben bir süre daha bu konuda net beyanlar işiteceğimizi sanmıyorum. Ama gazeteci gözüyle bazı tespitlerimizi yazmaya başlayabiliriz diye düşünüyorum.
İhtilaf beklemeyin!
Bir kere 30 Mart seçimleri, istediği takdirde Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın cumhurbaşkanlığı için de halktan vize aldığını gösterdi bize. Gezi Parkı eylemlerinden bu yana Başbakan’ın şahsına yöneltilen tüm itibarsızlaştırma kampanyalarına rağmen Başbakan yüzde 45,5 oy aldı. Diyeceksiniz bu bir yerel seçimdi, oylar AK Parti’nin belediye başkan adaylarına verildi. Evet, seçimler kitap üzerinde böyleydi ama hepimiz biliyoruz ki sandığı hedef alan 17 Aralık darbe operasyonunu Başbakan göğüsledi ve halk 30 Mart’ta Başbakan’ın özellikle paralel yapıya karşı verdiği mücadeleci performansı oyladı. Erdoğan’a “bu yolda yürü, arkandayız” mesajı verdi.
Tabii ki AK Parti belediyelerinin artık “ak belediyecilik” olarak markalaşmış icraatları da bunda etkili oldu ama bu etki normal koşullarda oy arttırmaktan ziyade oy muhafazasına yardımcı olabilirdi.
Oyların bu denli artmasına, -henüz kesinleşmemiş yerler olmakla birlikte- AK Parti’nin il sayısını 55’e çıkarmasına yol açan bizzat Erdoğan figürüydü.
Her şeyden önce hakkını teslim ve de tebrik edelim.
Peki, şimdi ne olacak?
Gözler Gül ve Erdoğan’a çevrilmiş durumda. Kuşkusuz bundan sonra basın mensuplarıyla her temaslarında her ikisi de bu soruya muhatap olacaktır.
Nitekim daha ilk günlerde Cumhurbaşkanı da Başbakan da konuyla ilgili açıklama yapmak durumunda kaldılar.
Tabii ki kolaydan çıkarsama yapabileceğimiz şeyler söylemediler ama benim için Cumhurbaşkanı Gül’ün “Bakarız, önümüzde daha çok süre var. Hep beraber konuşuruz” demesi önemliydi. Bu ifade, Başbakan’ın cumhurbaşkanı adayı olduğu bir formülde partinin başına geçecek ismin Gül olacağının kuvvetli bir ihtimal olduğunu gösteriyor bence.
Nitekim Başbakan Erdoğan da “makam kavgasının söz konusu olmayacağını” her fırsatta söyledi.
Açıkçası 17 Aralık’ın yol açtığı devlet için nazik süreç de böyle bir ihtilafı kaldırmaz. Gerek Başbakan gerekse Cumhurbaşkanı bunun çok net farkındalar ve adaylık konusu, ikilinin kendi aralarında ve AK Parti teşkilatında vardıkları bir mutabakattan sonra kamuoyuna duyurulacaktır.
Başbakan’ın tüzük değişikliği için kongreyi işaret etmesi de bana kalırsa Köşk ihtimalini artırıyor. Tüzük değişikliğinin sadece kongre kararıyla olabileceği konusunda ısrarlı olmak üç dönemde ısrar etmek olarak da okunabilir.
Hülasa bu konu daha çok yazı kaldırır!