Her gün farklı bir haberle uyanıyoruz. Kızlarımız, çocuklar, kadınlar, gençler hatta yeni doğmuş bebekler.
Savunmasız, güçsüz, çığlığını duyurmakta zorlanan her kim varsa tehdit altında.
Aklı uçkurunda, hayvanî dürtülerin ele geçirdiği ve bu gerçekleştiğinde bir hayvan kadar bile onurlu olmayan insanlar dolaşıyor etrafta.
Görünürde düzgün tipler, komşumuz, iş arkadaşımız, akrabamız, aklı başında insanlar.
Peki nasıl oluyor da gözleri dönebiliyor, kendisinin bir anlık ucuz ve sapkın zevki (!) için suçsuz-günahsız bir başkasının bir ömür boyu travma yaşamasını, insanlara güvenini kaybetmesini, yaşayan ölüye dönüşmesini göze alabiliyor?
Sonuçları konuşurken sebepleri de konuşmak zorundayız.
İdam mı gelecek, başkaca ağırlaştırılmış cezalar mı verilecek, her ne olacaksa olsun. Hukuk sistemi sonucu cezalandırmalı. Sadece insana değil, herhangi bir canlıya en ufak bir zararı kasten veren bunun cezasını misliyle ödemeli.
Lâkin sebepleri de konuşmalıyız. Bizi bu duruma, bugüne kimler, neler getirdi?
Tecavüzcü Coşkun lakaplı Coşkun Göğen 27 yaşında ilk filminde rol aldı. Sonrasında tam 65 film çekti. Bunların tam 55’inde tecavüz sahnesi, 34’ünde ise birden fazla tecavüz sahnesi bulunmaktaydı. Tesadüfe bakın ki bu filmleri çeken ve “tecavüzcü” lakabıyla bütünleşen Coşkun Göğen üç kız çocuğu sahibi bir baba aynı zamanda.
“Emrah koş!” deyince akla gelen o sarı saçlı sarı bıyıklı adamın adı Nuri Alço, 43 tane film çekti, yarıdan fazlasında gazoza ilaç katma sahnesini mutlaka tecavüz sahnesi takip etti. Öyle ki, gazlı bir içecek olan “gazoz” bile tecavüzün sembolü, tecavüz mağdurunun resmi içeceği olarak akıllarda yer etti.
Bu iki sinema oyuncusundan bahsedip de 70’lerdeki Yeşilçam Seks Furyasından bahsetmemek olmaz. Bakın o furyayı wikipedia nasıl anlatıyor.
“1970'li yıllarda video'nun yaygınlaşmasıyla birlikte yetişkin sinema izleyicisinin tercihi özellikle erotik filmlere doğru kaymasının hemen ardından seyircisini kaybeden sinema sektörü "Yeşilçam Seks Furyası" olarak tanımlanan bir dönemin içine girmiştir genelde bu döneme 1975-1981 arası oldukça fazla bu yönde film çekilmiştir.”
Peki bu furya sırasında kaç film çekildi, biliyor musunuz? 1400 civarı…
Fakat 12 Eylül ile birlilkte o furya sona erdi. Takip eden yıllarda ülkedeki karışıklıklar, ekonomik bunalım derken toplumun başkaca, görece önemli dertleri olacaktı.
Fakat özel televizyonların kurulmaya başlaması ile 90’lı yıllar, ardından 2000’ler, sonrasında diziler ekonomisi ve daha sonrasında da dizilerin rekabetinin zirve yaptığı, aynı zamanda da ekonomik olarak geçmişe göre daha rahat olduğumuz 2000’den bugüne geçen süreç…
Ahlakî olarak toplumun hazırlanması gereken her ne varsa önce dizilere ve televizyon programlarına konuldu.
Farklı cinsel tercihlerin de olabileceği, bunun normal bir şey olduğu 90’larda dizilerle, televizyon ünlüleri yoluyla anlatıldı kamuoyuna.
Bunların her biri birer tohumdu, ekildi, sulandı, büyümesi için zaman gerekiyordu, o zaman da oluştu.
Üstüne de internetin oluşturduğu özgürlük alanı avantajlarıyla birlikte dezavantajlarını da getirecekti. Artık her türlü içeriğe erişim serbestti.
Yukarıda 75-81 arası seks furyasından söz etmiştim. Peki o furyanın bugüne, dijital medya platformları vasıtasıyla yansıması nasıl oldu, merak ediyor musunuz?
Mesela “Müjde Ar’ın İffet filmindeki tecavüz sahnesi 2 milyon izlenmiş. Filmin kendisi bile youtube’da 1.5 milyon izlenmiş olduğu halde… Bu sayılar tek birer videonun izlenme sayıları.
Hülya Avşar’ın tecavüze uğradığı bir film sahnesi tek başına 8.5 milyon kez izlenmiş.
Yine youtube’da toplamda tecavüz aramasında 4.200.000’den fazla sonuç çıkıyor.
Aşk-ı Memnu dizisinde amcasının karısı yani yengesi olan Bihter ile yasak aşk yaşayan Behlül’ün yakınlaştığı uygunsuz sahneler 20 milyondan fazla izlenmiş.
Peki hepsinin sonucunda ne oldu?
Çocuktan bebeğe, yaşlı insanlardan hayvanlara , ailesindeki insanlardan sokaktaki bir engelli insana, saygı duyulması gereken, mahrem kalması, dokunulmaz olması gereken kim / ne varsa dokunulabilir, acımasız bir şehvete kurban edilebilir oldu.
3 yaşındaki bebeğin tabutunu ve o tabutun önünde kılınan cenaze namazını görmüşsünüzdür.
Yıkıldık, döküldük, parçalandık…
Sokakta bir kız çocuğunun, hatta kız erkek fark etmeksizin bir çocuğun başını okşamaya korkar olduk. Ya yanlış anlarlarsa, ya sapık sanarlarsa, ya çocuk korkarsa…
Bu çocukları anneler en kötüsüne göre, herkesin kötü olabileceği fikrine göre yetiştiriyor, böyle yapmak zorunda kalıyor.
Peki bu minicik çocuklar bundan 20 sene sonra nasıl insanlara güvenecek? Nasıl evlenecek, nasıl yuva kuracak?
Kısacası durumun acilen düzeltilmesi gerek.
Sonuçlarla ilgili işlemler yapılırken sebeplerle ilgili de adımların atılması gerek.
Minicik tabutlarda, sahip çıkamadığımız, koruyup kurtaramadığımız minicik bedenler kaçarak gidiyor bu dünyadan, cehennemi onlara bu dünyada yaşattığımız için, yaşatanlara bu imkanı verdiğimiz için suçluyuz.
Hepimiz suçluyuz.