Geçtiğimiz haftalarda Dünya Arı Günü kutlandı. “Her şeyin de bir günü var artık, bir arı eksikti” demeyin. Arı dünya için olmazsa olmaz, baş tacı onlar. Türkiye arı ve bitki çeşitliliğinde dünyada ilk sıralarda. Dolayısı ile bu coğrafyada yaşayanlar olarak arılara sahip çıkmak görevimiz. Peki soktuğunda canımızı fena yakan, laf dinlemeyen, iletişim kuramadığımız bir hayvanı neden önemseyelim? Gelin bunu yıllarını arılara veren bir uzmandan dinleyelim.
Uzun yıllar arıcılık sektöründe çalıştı, arıcılıkla ilgili pek çok kitabın yazarı. Türkiye’nin dört bir yanını gezerek arıcıları eğitiyor. Balda naftalin sorununun en büyük savaşçılarından. Naftalin demek zehir demek; yani balda zehir sorununu çözen kişilerden biri. Türkiye genelinde beş bin arıcıya eğitim verdi. Bu eğitim turlarında bir şeyi daha keşfetti: Arıcıların kendi kullandıkları ve tavuklara verilen antibiyotikleri arıya da verdiklerini. Bu uygulama insan sağlığını tehdit etmekteydi ve yaptığı çalışmalarla antibiyotik kullanımı konusunda da bilinçlenme sağladı. Onları çok sevdiğini söylüyor, inanılması zor ama kendisiyle sohbet ederken yanımızdan geçen arılara davranışı, sakinliği bunun bir kanıtı… Sizi arı uzmanı Taylan Samancı ile tanıştırmak isterim!
Arı, doğa için dünya için neden bu kadar önemli?
Arılar tozlaşmada çok önemli bir görevi üstleniyor. Tozlaşmanın %80’i arılar sayesinde gerçekleşiyor. Tozlaşma demek, tarımsal üretim, hayatın devamlılığı demek. Arılar olmazsa yaşam olmaz. O nedenle bir arı kovanı da olsa imkanı olan herkesin bahçesinde, terasında arı kovanı beslemesini o tadı yaşamasını tavsiye ediyorum.
Nasıl yapacağız bunu?
Eğer bir kişi hobi olarak arıcılık yapmaya karar verdiyse ve arı kovanını koyabileceği bir yeri varsa ilk önce arıcılık konusunda bir eğitime katılmalı. Arıcılık kitapları okuyup bilgi sahibi olduktan sonra arıcılık yapan birinden de yardım alabilir. Arı kovanı alıp yavaş yavaş deneyim kazanması gerekiyor. Arı kovanı bir bebek gibidir. İlgi ve sevgi gerekiyor…
Sevgi kısmını nasıl yapacağız?
Onlar hisseder, emin olun. Arılar kendilerine bir zarar verilmediği sürece kimseye zarar vermez. O nedenle herkes arıcılık yapabilir. Avrupa da bunun en güzel örneklerini görebiliyoruz. İnsanlar şehrin içindeki yeşilliğin, çiçeklerin yok olmaması için çatılarda arı kovanı besliyor…
Size arılarlarla ilgili bir proje için açık çek verilse ne yapardınız?
Yapacağım ilk iş arıcılığın modernizasyonunu sağlamak olurdu. Çünkü ülkemiz dünyada ikinci arıcılık ülkesi olmasına rağmen kovan başı bal veriminde geride. Bunun aşılması için modern arıcılık ekipmanlarının kullanılması ve kitlesel arıcılık eğitimlerinin verilmesi ile gerçekleştirileceğini düşünüyorum. Diğer bir projemde arı hastalıklarıyla mücadelede olurdu. Ülkemize ait arı ırklarından hastalıklara karşı genetik üstünlük sağlayacak güçlü arı ırklarının oluşturulması gerekiyor.
Yeni ırklar yaratmaktan mı bahsediyorsunuz, tehlikeli değil mi bu?
Hayır tehlikeli değil. Yeni ırklar değil dayanıklı ırklar yaratacağız. Elimizdeki hastalıklara karşı güçlü arı ırklarından seleksiyon yani seçim yaparak genetik olarak daha güçlü arılarla çalışacağız. Böylece arılar hastalanmayacak ve arıcılarda ilaç kullanmak zorunda kalmayacak.
Anladığım kadarıyla arıcılıkta Türkiye potansiyelinin çok gerisinde…
Türkiye arıcılık açısından iyi ama çok daha iyi seviyelere gelebilir. Yedi milyon arı kovanıyla, kovan sayısı ile Çin’den sonra dünyanın ikinci büyük arıcılık ülkesi. Fakat bal dışındaki diğer arı ürünlerinin üretimi çok az. Anadolu coğrafyası çok zengin bir flora ve bitki çeşitliliğine sahip. Tüm Avrupa’daki endemik bitkilerin üçte biri Anadolu coğrafyasında bulunuyor. Bazı fenolik ve flavanoidler dünyada sadece Anadolu propolisinde bulunuyor. Bunu dünyaya anlatmamız lazım. Ben ve eşim, ekibimizle Anadolu propolisini bir dünya markası yapmak istiyoruz.
Nasıl olacak bu iş?
Arıcılarımızın gerek Çin’den gelen ürünlerle piyasada rekabet edememesi gerek nasıl tüketileceği konusunda yeterince bilgi sahibi olmamaları nedeniyle propolis üretilemiyordu. Fakat başlattığımız ‘Sözleşmeli Arıcılık’ modeli kapsamında, ekibimizdeki uzmanlar ile arıcılarımıza eğitim veriyor ve bilinçlenmeyi arttırıyoruz.
ARI KOVANINDA ÇALIŞMAYANA YER YOK
Sizi hiç arı sokmadı mı?
Arıcılık Bölümü’ne başladığım ilk hafta birkaç teorik eğitimden sonra sınıf arkadaşlarımızla ve hocamızla birlikte arı kovanlarını açacaktık. Arı maskelerimizi giydik, kovanları açtık ve hocamız, arılarla ilgili bilgi verirken bir arkadaşım el demirini kovanın içine düşürdü. Arılar çok sinirlendi her tarafımızı sardı. Maskemin deliği etrafında dolaşan ve açıklık arayan arılardan biri delikten içeri girdi. Arkasında bıraktığı kokuyla (Feromon) diğerleri. Maskemin içinde bir anda arılar doldu. Arılar başımdan olmak üzere sokmaya başladılar. Arkadaşlarımın başımdan aşağı iki kova su dökmesiyle olay son buldu. Arılarla ilk tanışmam kötü oldu ama başımı sokan arıların iğnesindeki arı zehrinden mi bilmem iki sene sonra okulu birincilikle bitirdim. Tabi bu süreçte arılara nasıl yaklaşılması gerektiğini de öğrenmiş oldum…
İnsanların arılar ile ilgili yanlış bildiği konu nedir?
Arı savunma amacıyla iğnesini kullanır, ısırmaz. Kullandığı anda da geri çekemediği ve iç organlarının dışarı çıkması sebebiyle ölür. Diğer bir tespitimde doğada bitkilerden bal, polen ve propolis toplayan işçi arıların erkek sanılması. Halbuki arı kolonisinde dişiler hakimdir. Kraliçe arı ve çalışan arıların tümü dişidir. Erkek arılar, kovanda ana arıyı döllemek için tutulur. Nektar alımı zamanında dişi arılar erkek arıları kovandan atar. Kovanda çok az sayıda erkek arı kalır. Onlar da kovanı güven altında tutmak içindir. Çalışmayana yer yok kovanlarda.
Arıların balını izinsiz almak onları sömürmek olmuyor mu?
Teknik arıcılıkta asla kovandaki bütün ürünler alınmaz. Bir miktar arıların kendi yaşamlarını sağlayabilmeleri için kovanda bırakılır. Aksine balları alınmazsa nasıl olsa yeteri kadar var diye düşünüp nektar toplamazlar. Bu nedenle de doğada tozlaşma yavaşlar.