Ne bayram yetti ateşkesi sağlamaya, ne de uluslararası çağrılar. Suriye’de kan dökülmeye devam ediyor.
Öyle kısa zamanda duracak gibi de görünmüyor yazık ki.
İlk defa bu bayramda Halep’teki dostlarımla haberleşemedik. En son Ramazan ayında ve bayramında hiç olmazsa üç beş kelam edecek imkan bulmuştuk. ‘Bu gidişle sokaklarında gezebileceğin bir Halep kalmayacak’ demişti Halep Çarşısı’ndaki bir dostum. ‘Türkiye’ye artık tatlı gönderemiyorum. Ticaret bir yana, artık ağzımızın tadı kalmadı’ sözleri hala kulaklarımda.
Zaman onu haklı çıkardı. Kimin neyi neden yaptığının ne önemi var. O güzelim şehirler şimdi birer harabe. Tam da ‘Ne Şam’ın şekeri, ne de Arabın yüzü’ diyen köhne zihniyeti yıkarken, olup biten ne kadar acı.
***
Birkaç gündür ortalıkta gezip duran bazı haberleri yan yana okumaya çalışıyorum. İlki, PKK’nın Suriye versiyonu olan PYD ile Özgür Suriye Ordusu arasında başlayan ve giderek şiddetlenen çatışmalar. Biraz daha geriden baktığınızda bu gelişmelerin ciddi bir Arap-Kürt çatışmasına zemin hazırlayacağından endişe edenler hayli fazla.
Paralel bir okuma yapalım. Çünkü neredeyse yıllardır aynı ateşin yakılmak istendiği bir yer daha var: Irak.
Irak’ın kuzeyinde yaşayan Kürtlerin, merkezi yönetimle yaşadıkları gerilim ve kopuşun tarihi, sanki topraklarımızda yaşanmışcasına sıcak gündemimizde yer aldı her zaman. ABD’nin işgal sürecinde Kürtler ve Araplar arasındaki çatışma potansiyeli her gün biraz daha arttı. Özellikle Bağdat yönetiminden uzaklaşan ve geçmişin muktedirleri olan Sünni Arapların, buldukları ilk fırsatta Kürtlere sert tepki göstereceği beklentisi uzun zaman devam etti.
Şu ana kadar bu çatışma fiili duruma geçmemişse, bundaki en büyük pay hiç kuşkusuz Ankara’nın. Irak Kürtleriyle Sünni Araplar arasındaki ihtilafların büyümesine engel olan, her iki tarafı da sistemde tutmaya çalışan Türkiye’nin gayretleri, bölgede nereye gideceği belli olmayan bir savaşın da önüne geçti.
***
Sonrasında ilginç bir gelişme yaşandı. Iraklı Sünni Arapların önemli siyasi aktörlerinden Tarık Haşimi, Bağdat yönetimiyle yaşadığı sorunların ardından bir süre Kürtlere sığınmak zorunda kaldı. Yakın bir tarihe kadar çatışmanın eşiğinde olan iki topluluk için beklenmedik bir yakınlaşma vesilesi oldu bu gelişme.
Bu yakınlaşmanın, en azından Bağdat’taki ortak düşman var oldukça devam edeceği malum. Ne kadar sonuç üreteceği ise herkesten önce Ankara’nın süreci doğru yönetmesine bağlı. Kuşkusuz Irak Kürtleri tarihsel anlamda Türkiye’ye daha yakın ve şu andaki ilişkiler de ciddi bir bütünleşmeye işaret ediyor. Ancak Sünni Araplarla aynı bütünleşmeyi sağlamak zor. Türkiye’nin bölgedeki nüfuz çemberinin bir dış halkası olarak bu ilişkiyi ele almak daha doğru.
Tıpkı Suriye’de olduğu gibi. Elbette önemli bir sorun var ve öncelikle bunun aşılması gerekiyor. Suriye Kürtlerinin önemli bir bölümü, PKK’nın ideolojik etkisinde ve Türkiye’yle hayli mesafeli. Ankara’nın Mesud Barzani üzerinden Suriye Kürtlerine uzattığı el önemli. Ancak sorunu bütünüyle ele almaya yetmiyor.
Beşar Esad bir gerçeğin farkında. Türkiye, Kürtlerle olan sorununu yönetebilir hale geldiğinde, bölgesinde muazzam bir nüfuz ve güç elde edecek. O nedenle PYD ve Özgür Suriye Ordusu arasındaki ateşi körüklemeye devam edecektir.
Bunu aşmanın tek yolu var. Ankara’nın PYD’yi de içine alacak kuşatıcı bir yaklaşım geliştirmesi. Bunu da sadece savaşarak değil, müzakere ederek yapabilir. Elbette öncelikle kendi ülkesinde yaşayan Kürtleri bu paranteze dahil ederek.
‘Müzakere bizim neyimize gerek’ diyenler, bir de buradan bakmalı.