Arap Baharı, İslam coğrafyasının makus talihinin değişmeye başladığını gösteren bir değişim ve özgürlük tarihinin miladıydı. Arap sokağının yıllardır itilip kakılan sakinleri, ilk kez Camp David’in vesayet düzenine karşı çıkarak, hem iradeleri üzerinden pazarlıklar yürüten başlarındaki diktatörlere hem de uluslararası sistemin patronlarına kafa tutmaya başlamışlardı.
Hiç kuşkusuz, Arap sokağındaki bu uyanış hareketi en çok, İsrail’in ayarını bozmuştu. Çünkü, Ortadoğu’daki mevcut Camp David düzeni İsrail’in bölgedeki kabadayılığını koruyan en uygun düzendi.
Özü itibariyle, çok açık bir İsrail provokasyonu olan Peygamberimize hakaret filmi, haklı olarak bütün İslam coğrafyasında büyük tepkilere ve protestolara yol açtı. Çünkü, peygamberimizin şahsiyeti, Müslümanlar için her türlü değerin ve değerlendirmenin üstündedir. Dolayısıyla, peygambere yönelik bir hakarete sessiz ve tepkisiz kalmak onur kırıcı bir durumdur.
Ancak, sonu ölüm ve yağmalarla biten hiçbir tepki ve protesto biçimi de kabul edilemez.
Maalesef, Libya’da ABD büyükelçisinin öldürülmesi, Yemen’de ve Mısır’daki ölüm ve yağmalamalar, pis bir provokasyon tezgahı olan filim konusundaki Müslümanların haklılığını gölgeleyen bir şiddet tablosunu ortaya koymuştur.
***
Her zaman feraset sahibi olması gereken Müslümanların, hiçbir sanat değeri olmayan, böylesine pespaye ve salak bir filim vesilesiyle kolayca provoke olabilmesi hem üzücü hem de düşündürücüdür.
Kimse, böyle bir filmi ‘ifade özgürlüğü’ ile açıklamak gibi bir ahmaklığa sığınamaz. Bu film, çok açık bir insanlık suçudur, önce bunu tarihe kayıt olarak düşelim. Filmin yönetmeni de zaten, amacının İslam’ı aşağılamak ve Müslümanları ‘provoke’ etmek olduğunu açıkça söylüyor.
Evet, sadece İslam düşmanlığı üzerine bina edilen bu filmle bir insanlık suçu işlenmiştir. Bu filme gizli ya da açık destek verenler de, bir dinin tahkir edilmesine duyarsız kalan Batı dünyası da aynı şekilde insanlık suçuna iştirak etmektedirler.
Bütün bunlar kabul. Ama bu durum, şu anda İslam dünyasından yükselen şiddet içerikli gösterileri asla mazur gösteremez. Hiç kuşku yok ki, öncelikle İslam dünyası ve de insanlık değerleri konusunda duyarlı olan herkes, bu insanlık suçu içeren filme karşı sesini yükseltmeli, yüzbinlerin katılacağı protesto mitingleri düzenlenmelidir. Ama, şiddete dayanan, cana ve mala kasteden protestolar asla değil...
Bizzat yapımcısının, provokasyon amacıyla hazırladığı film vesilesiyle gelişen talihsiz olaylar gösterdi ki, maalesef İslam dünyasının liderleri duyarlı ve cesur bir tavır ortaya koyamadılar. Başbakan Tayyip Erdoğan hariç, bir tek Müslüman lider çıkıp, açık yüreklilikle hem Batı’ya hem de İslam dünyasına cesur mesajlar veremedi.
Mesela Başbakan Erdoğan, bütün dinlerin mukaddes olduğunun altını çizerek dedi ki: Ben antisemitizmi insanlık suçu olarak ilan eden, halkının tamamına yakını Müslüman olan ülkenin Başbakanıyım. Ama Batı, İslamofobia’yı insanlık suçu ilan edememiştir, teşvik etmiştir.
Ama ne yazık ki, Batı yine her zaman olduğu gibi müthiş bir ikiyüzlülük örneği sergilemektedir. Biliyoruz ki, geçmişte olduğu gibi bugün de, bu insanlık suçu karşısında sessiz kalmayı tercih edeceklerdir.
***
Bu filmin arkasında kimler varsa, belli ki bütün sonuçlar incelikleriyle hesaplanmış ve birçok hedef birden hesaplanmıştır. Bir kere, Arap Baharı’nın gidişatını kontrol etmekte sıkıntı çeken ‘güçler’ için fırsat doğmuştur. Mesela İsrail, Mısır’daki yeni durumdan hiç mutlu değil.
Hiç kuşkusuz, filmle yapılan provokasyonun önemli sonuçlarından birisi de, ABD seçimlerine yönelik hesaplanmış bir hamle olması kuvvetle muhtemeldir. Kısacası, İslam dünyasındaki şiddet görüntüleri Obama’ya karşı Neo-Conlar’a yeni fırsatlar sunmuştur. Dolayısıyla, bu pis filmi tasarlayanlar, yapanlar, vizyona sokanlar, getirisi yüksek bir provokasyona imza atmışlardır. İşin en talihsiz tarafı ise, Müslümanların böyle bir oyuna kolayca gelmiş olmalarıdır.