Bir dönemler Türk basınında ‘Araplar Bursa’yı istila etti’ türünden haberler çıkıyordu. Türkiye’ye gelen örtülü, kaftanlı, peçeli turistlerden duyulan rahatsızlığın bir yansımasıydı bu tür haberler…
Devir değişti son yıllarda turist, tüccar, işadamı, öğrenci olarak Arapların veya Müslüman ülkelerin vatandaşlarının Türkiye’ye gelmeleri önemli bir fırsat olarak görülmeye başladı. Bu bir normalleşme olduğu kadar, Türk ekonomisine de önemli bir katkı…
Artık Arap sermayesinin Türkiye’ye niçin geldiğini değil, nasıl daha fazla gelmesi gerektiğini tartışma zamanı…
Geçen gün bir gazetede “Petrol zengini Araplar Londra’yı satın alıyor” şeklinde bir haber vardı. İngiliz basınında elbette böyle bir rahatsızlık, işgal edilme, istila edilme, satın alınma gibi bir alerji yok.
Arap iş adamları, yüz milyonlarca sterlin ödeyerek İngiliz takımlarını satın alıyorlar. Hatta İngiltere Premier Ligi’nde oynayan takımların neredeyse üçte ikisi yabancı ülkelere satılmış durumda. Biz yabancı oyuncu oynatmayı tartışırken onlar kulüpleri yabancılara satmışlar…
Geçen hafta Cumhurbaşkanımız Erdoğan’la birlikte NATO zirvesi münasebetiyle Londra’daydık. Oradaki ‘Arap istilası’nı yakında gözlemledik. Otel önlerindeki lüks araçlar Arap plakalı. Arap sermayesi ev almakla, otel almakla, lokanta almakla, Londra’nın en zengin sakinleri olmakla kalmamışlar kendi araçlarını da Londra’ya getirmişler.
İngilizler ne sosyetik-zengin Araplar’dan rahatsız oluyorlar, ne de İslami kültürü yansıtan görünümleriyle yaşamın parçası haline gelen Müslümanlar’dan… Bu elbette yabancı düşmanlığı ve İslamofobi ile kasıp kavrulan Avrupa ülkeleriyle kıyaslandığında çok özgürlükçü bir durum.
Resmi heyetin kaldığı otelin asansöründe karşılaştığımız iki Arap turist, Türkiye’den olduğumuzu anlayınca Türk dizilerinin bağımlısı olduklarını, Türkiye’yi hiç görmedikleri halde hayranlık duyduklarını söylediler.
Gönülleri Türkiye’den yana, özellikle Diriliş Ertuğrul gibi Türk dizilerindeki kahramanlık hikâyelerini kendi hikâyeleri olarak görüyorlar, Türkiye’nin mazlumlara sahip çıkmasından gurur duyuyorlar, Erdoğan’ın haykırışlarını kendi solukları olarak görüyorlar, ama Türkiye’ye hiç gelmemişler!
Bu hal, ilginç bir psikolojiyi ortaya koyuyor. Körfez’in en Batı işbirlikçisi yönetimleri siyaseten Türkiye’ye kızarken bile Erdoğan’ın çıkışları Körfez halklarının vicdanına dokunuyor, içten içe olumlu makes buluyor.
Yönetimler İsrail’le, ABD ile, batılı güçlerle tuhaf ilişkiler geliştirirken, sokaktaki insan Erdoğan’ın Gazze çıkışından, Kudüs tepkisinden gizliden gizliye gururlanıyor.
Sermayesini Batı’ya götüren, orada yaşayan, hatta yaşam tarzı olarak oraya entegre olan insanlar bile Türkiye’nin ahlaki duruşunu, dizilerdeki değer mücadelelerini kendi parçaları olarak görüyorlar, belki de yapamadıklarını yapan birileri olduğu için seviniyorlar.
Küresel güçlerle iş tutan kimi Müslüman ülkelerdeki insanlar Türkiye’nin küresel güçlere kafa tutmasını içlerinden alkışlıyorlar.
Para daha fazla başka tarafa akıyor olabilir ama gönüller bu tarafa akıyor… Arap-Türk sermayesinin işbirliği zemini geçmişe göre çok gelişti ama gerçek potansiyeline ulaşmak durumunda.
Onlarca yıl nasıl Türkiye’de Araplara ve Müslüman coğrafyanın insanlarına alaycı ve küçümseyen gözlerle bakanlar olduysa Arap ülkelerinde de Türkiye’ye karşı negatif bir algı oluşturulmaya çalışıldı. AK Parti iktidarı döneminde bu bir nebze kırıldı, hem sermaye olarak hem turist olarak Araplar Türkiye’ye akın ettiler.
Son dönemde bu dalgayı tersine çevirmek için çabalayanlar çok. Özellikle kimi Körfez ülke yönetimlerinin Türkiye aleyhine bir hava estirdikleri biliniyor. Tüm bunlara karşı hem kardeş ülke halklarına gönlümüzü açmaya, hem de onlarla işbirliği için kapılarımızı açmaya devam etmek durumundayız.