Pazar günü sandığa gidiyoruz. Belki her şey değil, belki yüreğimizde, vicdanımızda olanı taşımaya yetmez. Ama yine de bu toprakların değerlerini, varoluşunu ve geleceğe dair umutlarını ifade ettiği daha güzel bir zemin yok.
Sandık, daima bu milletin kendisini ve değerlerini yok sayanlara feryadı, cevabı ve sillesi oldu.
Yine öyle olacak. Millet yine kendisini yok sayanlara hak ettiği cevabı verecek.
***
İstanbul’dayız. TRT ekranlarında Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’la yaptığımız programın ardından kendisini uğurluyoruz.
Çıkışta dünyanın dört bir yanından gelmiş ve Türkiye’de eğitim alan öğrencilerle buluşuyor Erdoğan.
Pakistan, Özbekistan, Kazakistan, Nijerya, Somali ve daha pekçok ülkeden kalabalık bir grup.
Tek tek ellerini sıkıyor Başbakan. Hatırlarını soruyor, ülkeleri üzerine Türkçe sohbet ediyorlar.
Sıra yan yana duran ve hepsi birbirine çok benzeyen üç öğrenciye geliyor.
Üç Arakanlı Müslüman ve üçünün de kardeş olduğunu öğreniyoruz.
Onlarla sohbete başlıyor Erdoğan. Ötekilerden daha mahzun üçünün de yüzleri, başları önlerinde.
Başbakan’ın elleri saçlarına dokunur dokunmaz ağlamaya başlıyor Arakanlı çocuklardan birisi.
Öyle bir sarılıyor ki Erdoğan’a ve öylesine hıçkırarak ağlıyor ki, hepimiz bu manzara karşısında hüzne boğuluyoruz adeta.
***
Arakanlı çocukların gözyaşları yüzyıllar önce dört bir yandan kuşatılan Endülüs Müslümanlarının Sultan Beyazıd’a yazdığı mektubu hatırlattı bana. Bakın mazlumlar nasıl sesleniyor Sultan Beyazıd’a:
‘Efendimiz, dinimizin ve dünyamızın güvencesi! Padişahımız, Sultanımız, din ve dünya yardımcımız! Adaletin dirilticisi! Zulme uğramışların koruyucusu! Arapların, Acemlerin, Türklerin ve Kürtlerin Sultanı! Darda kalmışların koruyucusu, kafirleri dize getiren efendimiz!’
Mazlumların feryadı asırlardır böyle yükseliyor arşa.
Kim ki onlara elini uzatıyor, Allah onu iki cihanda aziz etsin.
Kim ki, küresel, bölgesel, yerel, ideolojik, dini, mezhebi yahut örgütsel mazeretlerle onlardan uzak duruyor, Allah onları zelil etsin.
Kim hangi kirli hesabın peşinde olursa olsun, kim hangi tuzağı kurarsa kursun ve kim hangi güçle ittifak kurarsa kursun; nafile çaba.
Gazzeli çocukların feryadını duyan, Arakan’ın gözyaşlarını silen, Nijerya’ya elini uzatan, Suriyeli mazlumlara kucak açan bir Türkiye için sandığa gideceğim.
TIR’larında kardeşlerine her türlü yardımı taşıyan yürekli adamlara destek için gideceğim.
Yüreğini, gözünü, gönlünü ve kucağını kardeşlerine kapatanlara hayır demek için sandığa gideceğim.
Kim hangi gerekçeyle, hangi ideolojik yaklaşım ya da tezle giderse gitsin.
Ben yeryüzünün dört bir yanındaki mazlumların feryadına kulak tıkayanlarla yolumu ayırmak üzere sandığa gideceğim.
***
Sözün sonu şiirle gelsin. Üstad Sezai Karakoç’un dizeleriyle:
‘Ve Kudüs şehri. Gökte yapılıp yere indirilen şehir.
Tanrı şehri ve bütün insanlığın şehri.
Altında bir krater saklayan şehir.
Kalbime bir ağırlık gibi çöküyor şimdi.
Ne diyor ne diyor Kudüs bana şimdi
Hani Şam’dan bir şamdan getirecektin
Dikecektin Süleyman Peygamberin kabrine
Ruhları aydınlatan bir lamba
İfriti döndürecek insana:
Söndürecek canavarın gözlerini
İfriti döndürecek insana
Ve Kudüs’ü terkettiğin o ikindi
Birinci Cihan Harbi günü vakti
Kan sızdırıyor kaburga kemikleri
Karlı dağlardan indirdiğin atların
Bir evde perdeyi indiriyor bir kadın
Mahşerin perdesini kıyametin perdesini
Ağlıyor yere inen saçları
Göğü yırtan kefen beyazı elleri’