Abdullah Öcalan “Apo”, Ankara’da üniversiteye devam ettiği yıllarda SBF’deki arkadaşlarıyla Cumhuriyet Yurdunda buluşurdu. Zaman zaman da yurtta kalır, Kürt kökenli gençlerle sabahlara kadar süren sohbetler düzenlerdi.
Örgütçülükten arda kalan zamanlarındaysa ilgisini çeken derslere girerdi. En sevdiği ders Sosyoloji’ydi. Bu dersi veren hoca, 1937 Kulp/Diyarbakır doğumlu Özer Ozankaya’ydı.
Ozankaya 1959’da SBF’den mezun olmuş aynı yıl fakültede asistan olarak göreve başlamıştı. ABD’de Syracuse Üniversitesinde “Türk ve Japon Çağdaşlaşma Deneyimlerinin Karşılaştırılması” teziyle Sosyoloji Master derecesi almış, Siyasal Bilgiler Fakültesi (SBF)’de 1966 yılında “Üniversite Öğrencilerinin Siyasal Yönelimleri” konulu teziyle doktor, 1970 yılında da “Köyde Toplumsal Yapı ve Siyasal Kültür” konulu araştırmasıyla Doçent olmuştu.
Ozankaya dersi büyük amfide anlatırdı. Tıklım tıklım olurdu koca amfi. Öcalan Ozankaya Hocanın derslerini, iki eli kanda olsa kaçırmazdı. Hoca ders anlatırkan amfide dolaşır, zaman zaman konuşmalarını fıkralar, öz deyişlerle süslerdi. İlginç olmanın ötesinde sevilen sayılan bir hocaydı. Her derse değişlik bir takım elbiseyle girmesi, hele de kız öğrencilerin pek bir hoşuna giderdi.
Günlerden bir gün, amfinin arka sıralara yakın bölümünde ders anlatan Ozankaya’nın dikkatini, orta boylu, çoğunlukla sesi soluğu çıkmayan, arkadaşlarıyla iletişim kurmakta zorlanan bir öğrenci dağıtıyordu. Alışılmış sessiz, ağzı var dili yok tavrının aksine Öcalan, derste arkadaşlarıyla şakalaşıyor, sağa sola laf yetiştiriyordu.
Hocanın dikkati dağılmıştı. Öcalan’a susmasını söyledi. Öcalan şöyle bir baktı Ozankaya’ya, sonra gevrek bir kahkaha attı ve şaklabanlığını sürdürdü. Ancak bu kez Ozankaya’ya düpedüz hakaret ediyordu:”
“Ulan şu sıfatı bozuk herife bakın. Hepi topu iki üç çağdışı kitap ezberlemiş, papağan gibi onları anlatıyor, bizim de yememizi bekliyor. Hadi lan or’dan!”
Hoca yavaş yavaş Apo’nun oturduğu sıraya yürüdü. ;
“Biraz önce söylediklerini tekrarla bakalım! Senin karşında hocan var! Terbiyeli ol, sınıfın huzurunu bozma, efendi efendi otur, dersi dinle!”
Derste olanların arasında oturduğunu söyleyen Cemil Bayık daha sonraları, “hocanın sözleri, Lideri çileden çıkardı. Başladı yüksek sesle Ozankaya’yı yerin dibine sokmaya. Ne aptallığı kaldı hocanın, ne faşistliği, ne bilgisizliği ne de hainliği,” diyecekti. Son olarak da Ozankaya’yı “Kürt halkına ihanetle” suçlayacaktı...
Öğrencilerine karşı sabırlı ve hoşgörülü olmasıyla tanınan Ozankaya’nın artık sabrı taşmıştı. Dayanamadı. Tokatı Apo’nun suratında bir kamçı gibi şakladı. Apo inanamayan gözlerle önce hocaya sonra çevresindekilere baktı. Kimse onunla göz göze gelmiyordu. Herkes başını önüne eğmişti. Apo bir iki yutkundu sonra o da başını eğdi, gözleriri yere çiviledi. Beş kardeşin izi yanağında kıpkırmızı duruyordu. Sınıfı terk etmedi. Sesini kesti, yerinden kıpırdamadan her dersi sonuna kadar dinledi. O günden sonra da Ozankaya’nın derslerinde gıkını çıkarmadı, yerinden kıpırdamadı... (Necdet Pekmezci—PKK’yı Kim Kurdu? Son baskı 2015)
Bu olaydan kısa bir süre sonra Öcalan ilk öğrenim yıllarında hocalığını yapmış, 1974 yılında MEB Şube Müdürlüğüne atanan Ali Akdamar’ın karşsına çıkıyordu. Akdamar:
“Odama girer girmez, ‘hocam nasılsınız?’ diye sorup elini öptü. Ben ona ‘Bak Apo oku kaymakam ol. Parlak bir bürokrat ol. Daha çok gençsin; karışma bu sağ-sol çatışmalarına.’ dedim. Alaylı alaylı güldü: ‘Dünya bana yardım ediyor, destek çıkıyor. Ben bu yola baş koydum. Her şeyi isteyin bunu istemeyin benden.’ Çenesi güçlüydü keratanın. Aradan kısa bir süre geçti. Ankara’da bit pazarında alışveriş yapıyorduk. Tezgahtar beni tanıdı; öğrencimmiş. ‘Hocam ne iyi yapmışsınız ikinci bir Atatürk yetiştirmişsiniz.’ Elimdekileri tezgahın üzerine fırlatıp çıktım gittim. Atatürk kim, Apo kim. Böyle bir kıyaslanma olabilir mi? Eğer hala gücü varsa silahları sustursun, örgüte silah bıraktırsın. Kendisinden tek isteğim bu.” diye konuşmuştu yıllar sonra. (Cengiz Kapmaz 1.2.2007 tarihli Birgün Gazetesinde yayınlanan söyleşi)
Bu iki olay Apo’yu anlatmaya yeter sanırım. Güçlü olduğunu varsaydığı an esip gürleyen, süngüsü düştümü de hepten umutsuzluğa kapılıp boyun eğen bir yapı. Akdamar Hocanın son sözü en doğurusu galiba: “Hala gücü var mı?”