Bilimsel çalışmalar oksidatif hasar sonucu meydana gelen çeşitli tip serbest radikallerin kanser dahil insan yaşamını tehdit eden birçok önemli hastalığın oluşumunda rol oynadığını ortaya koyuyor. Serbest radikallerin yol açtığı bu hasarlarının önlenmesini sağlamak üzere vücudumuzda mevcut koruyucu sistemlerin (katalaz, süperoksit dismutaz, glutatyon peroksidaz enzimleri) yanı sıra tükettiğimiz meyve ve sebzelerde bulunan antioksidan etkili bileşenlerin etkili olabileceği ileri sürülüyor. Bu hipotezlerle bağlantılı olarak vücuttaki hasarın önlenmesine yönelik olarak yararlanılabilecek ‘ANTİOKSİDAN’ etkili besinler ve bitki içerikleri özellikle 80’lerden itibaren yürütülen çok sayıda epidemiyolojik saha çalışmaları ve deneysel çalışmalar ile sağlıklı yaşam kavramı içerisinde önemli bir yer alıyor.
Bilimsel çalışmalar da yediğimiz besinler ve diğer bitkiler içerisindeki bazı bileşenleri, özellikle polifenolik yapıda (flavonoitler, fenolik bileşikler, proantosiyanidinler, vd.) bileşikler ve bazı vitaminlerin (E, C, A, karotenoitler) farklı derecelerde antioksidan etkiye sahip olduğunu gösteriyor. Bitkilerdeki antioksidan etki potansiyelinin değerlendirilmesinde çeşitli kimyasal (in vitro) yöntemlerden yararlanılıyor:
1. Antioksidan kuvveti için: Troloks eşdeğeri antioksidan kapasite (TEAC), total oksijen radikali emilim kapasitesi (ORAC), difenil pikrilhidrazil serbest radikal süpürücü etki (DPPH), demir redükleyici antioksidan kapasite (FRAP),
2. Antioksidan potansiyeldeki değişim için: Malondialdehit (MDA) ve düşük yoğunluklu lipoproteinlerin (LDL) peroksitler tarafından oksidasyonunun baskılanması,
3. Bitkinin polifenol içeriğinin gallik asit eşdeğeri olarak ölçülmesi.
Bu suretle tamamen kimyasal deneylerle çeşitli meyve, sebze, içecekler ve besin olarak kullanılamayan bitkilerin antioksidan kapasiteleri ölçülerek listeler hazırlanmakta ve birbirleriyle yarıştırılıyor. Artık durum tam anlamıyla bir spekülatif ve ‘ticari’ yarış haline dönüştürülmüştür. Çeşitli listeler hazırlanarak bitkiler birbirleriyle kıyaslanıyor. Ancak farklı parametrelere göre yapılan değerlendirmelerde bitkilerin farklı şekillerde sıralandığı görülüyor. Bir sıralamada en kuvvetli antioksidan olduğu bildirilen bir bitkinin, bir diğer sıralamada en altlarda yer alması tüketicilerin kafasını karıştırıyor. Hangi değerlendirmeye güvenilmeli?
ABARTMAK DA İYİ DEĞİL
Bilimsel çalışmalar bitkilerde bulunan antioksidan etkili bileşenlerin vücutta sindirim sisteminde ağızdan başlayarak mide, ince bağırsak, kalın bağırsak ve karaciğer gibi organlarda önemli yapısal değişime uğratıldığını ortaya koyuyor. Mesela bitkideki antioksidan etkili polifenolik bileşenlerin çok az bir kısmı (genellikle yüzde 2-8 kadar) yapısı değişmeden emilebilmekte, geri kalan kısmı ise çeşitli şekillerde parçalanarak emilmekte ve vücuttan atılmaktadır. Dolayısıyla bu şekilde bir değişime uğramadığından deneysel (kimyasal ya da hücresel) araştırmaların sonuçları, bitkinin yenilmesiyle gösterebileceği gerçek etkinliği yansıtamamaktadır. Bu nedenle Amerikan Tarım Dairesi (USDA), Amerikan Besin ve İlaç Dairesi (FDA), Avrupa Besin Güvenliği Ajansı (EFSA) gibi tüm dünyada ilaç ve beslenme konusunda etkili temel kuruluşlar 2010 yılından itibaren deneysel yöntemlerle elde edilen bu değerlere güvenilmemesi gerektiğini kabul etmişler ve ORAC değerine göre yapılan tüm listeleri web adreslerinden kaldırmışlar.
Diğer taraftan deney hayvanları üzerinde yürütülen çalışmalar normal sağlıklı deney hayvanlarında uzun süreli antioksidan uygulanmasının organların antioksidan kapasitesini artırmadığını gösteriyor. Ancak hayvanlarda herhangi bir şekilde deneysel stres oluşturulduğunda (kimyasal ilaçlar ile) azalan antioksidan kapasitesinin onarılmasını sağladığını ortaya koyuyor. Yani sağlıklı kalmak düşüncesiyle sürekli olarak vücuda antioksidan yüklemesi yapılmasının sağlayabileceği yararların abartılmaması gerekir. Bu bakımdan kişilerin günlük streslerin, sigara ve alkol tüketimi, sürekli kullanılması gereken ilaçların yol açabileceği olumsuz etkenlerden korunabilmesi için miktarı abartmadan antioksidanlar bakımından zengin doğal ürünlere yaşamında yer vermesi yararlı olabilecektir.
Lütfen herkes yiyeceklerin içeriğini okusun
ıda sektöründe kullanılan kimyasalların insan sağlığını tehdit ettiğini ve kansere neden olduğunu savunan hekimlerle doğal beslenmenin daha önemli olduğunu savunan hekimler hala ortak bir paydada buluşamadı. Fakat hayat devam ediyor, insanlar besleniyor ve hastalıklarda da henüz gözle görülür bir değişiklik yaşanmadı. Dolayısıyla iş başa düşüyor.
Hangisinin daha doğru olduğuna kendimiz karar vermeliyiz ama önce yanlışlardan bahsetmek gerekiyor. Nerede yanlış yapıyoruz ve temel problemi neden göremiyoruz, sorularına doğru cevap bulmalıyız. Öncelikle beslenme alışkanlıklarımızı düşünmemiz gerekiyor çünkü beslenmeye bakış açımız, tek anahtarımız. Sizin için beslenme nedir? Sadece midenizi doldurmak adına yapılan bir aktivite mi? Sorumluluklarımız arasında tükettiğimiz gıdaları önemsememiz gerektiği de var ama çoğumuz bunu yapmıyor. Ne tükettiğimizin farkında bile değiliz, yediklerimizin içeriğine bakma alışkanlığımız yok...
Marketlerde alışveriş yapanları hiç izlediniz mi? Ürünlerin son kullanma tarihleri ve içeriklerinin ne olduğuna bakan kaç kişi gördünüz? Bozulmayan ekmekler, bozulmayan yoğurt ve sütleri düşünün... Marketlerden satın aldığımız ürünlerin raf ömrü ne kadar? Neden bu kadar kayıtsızız bu konuya?
Satın aldığımız ürünlerin marketlerdeki raf ömrü o kadar uzun ki süpermarketlerin en önemli stratejileri bile bunun üzerine kurulu... Yeni gelen süt ve yoğurtların rafların en gerisine itilmesi ve en öne en eski ürünlerin konması üzerine bir politikası vardır market yöneticilerinin. Hiçbir ürün bozuk değildir aslında ve bozulma ihtimali de yoktur kısa süre içinde! O yüzden problem yoktur onlar açısından. Dolayısıyla günlük ürün gelip gidemez market raflarına. Altı ay raf ömrü olan bir süt, size de çok tuhaf gelmiyor mu? Ya da yoğurt? Evinizde yoğurt yaptığınızda en fazla bir hafta içinde yoğurt küflenmeye başlıyor. Demek ki içlerine konulan kimyasallarla korunan market ürünlerini tükettiğimizde vücudumuza bazı kimyasalları da mecburen alıyoruz. Bu kimyasalların neler olduğunu anlayabilmemiz için ise kimyager olmamız gerekiyor...
ORGANİKLERDE KİMYASAL VAR MI?
Geçen hafta organik beslenmenin konuşulduğu ‘Dünya Organik Kongresi’ İstanbul’da yapıldı. Organik satıcı, üretici ve uzmanların bir araya geldiği kongrede organik gıdanın yaygınlaşması ve gelişimi konuşuldu. Organik ürünler tüketmek, normal ürünlere göre daha çok denetlendiğinden, daha sağlıklı. Fakat bu işin de endüstrileşmesi korkutucu. Çünkü problem aslında tüketici kitlesinin büyümesi ve ürünlerin daha uzun süre ve daha çok temin edilmesinde. Bunu, kimyasallar olmadan sağlamak pek de mümkün değil. Dolayısıyla tüketilen besinlerin neler olduğu, içinde ne tür kimyasallar bulunabileceğine dikkat etmek gerekiyor.
Beslenme deyip geçmeyin, hayatta kalabilmeniz için gerekli olan her şeyi beslenerek sağlıyoruz. Tükettiğimiz suyu bile market raflarından alıyorsak eğer oturup düşünmemiz gerekmiyor mu paketlenme aşamasına kadar içlerine nelerin girmiş olabileceğini? Daha da vahimi ne biliyor musunuz? Market raflarında, dikkat edildiğinde okuyabileceğimiz prospektüsler bulunuyor. Peki ya restoranlarda yediklerinizin içinde neler var? Fast food adı altında, ‘ ucuz’ beslenmenin en kötü örneklerinin yer aldığı beslenme şeklinde, yediğiniz o dondurulmuş besinler ne zaman, nasıl ve neyle yapıldı? Bu soruların cevabını bulabilmek bile mümkün değil aslında. Ama problem beslenmeye olan bakışımızda... Böylesine sorgusuz, sualsiz, teslimiyetçi bakışla size her şeyi yedirebilir ve böylece kolaylıkla zengin olabilir beslenme sektörünün ağababaları!