Geleneksel Türk mutfağının lezzetlerini, örf, adet ve ananelerimizi yaşatan unsurların temeli annelerimizin mutfağından geçer. Çoğu zaman hayıflanırız onca yemeğin arasında bir tane lezzetli yemek bulamadım diye... Hızlı tüketen bir toplum anlayışıyla endüstriyel mutfak, hazır gıdalar, 'mikro dalga fırına koy, ısıt-ver' şeklinde tükettiğimiz bir mutfak anlayışına 'afiyet olsun israf olmasın' diyerek elindeki kıt imkanları bol eden, lezzetleriyle tabakları sıyırtan annelerimizin yeri dolmaz.
Annemizin elinden çıkmış en sıradan dediğimiz çorbası, zeytinyağlıları, ara sıcakları, ana yemeği, tatlısı bile afiyetle yenir. Bir tarhana çorbasının, tandırda kendi elleriyle yoğurduğu ekmeğinin, bulgur pilavının, güvecinin, sütlacının, ev baklavasının tadı damağımızda kalır ve daha nice lezzetlerinin…
Ülkemizin farklı köşelerinden bir çok ünlü mutfak şeflerimizle sohbetlerimiz esnasında hep sorarım 'anne yemekleri mi, usta yemekleri mi' diye.... konunun üzerine ülkemizden tüm dünyaya gastronomi yolculuğunda şeflerin mutfak menülerinde kendilerine özgü favori yemekleriyle ilgili çok önemli tespitler yapma imkanım oldu. Enine boyuna bunları sizlerle paylaşacağım ama gelin mübarek Ramazan Bayramı’nın bu son gününde Gazelle Resort &SPA Hotel’in mutfak şefi Ümit Yavuz’un bir sahur vakti ailesiyle arasında geçen diyalog ile bu sorunun cevabını bulalım.
Ümit Usta "Biz haddimizi biliriz Alper Bey" diyor ve yaşadıklarını anlatıyor:
"Hanımın alarm sesi başlamıştı bizi uyandırmak için:
Hadiiiiii... Hadiiiiii… Elleri dert görmeyesi kadın, uyanamam endişesi ile bazı geceler hiç uyumaz, sahur masasını donatırdı bizim için.
İkaza rağmen odalarda hareketlenme olmadıysa 'Hadiiiiii'lerin dozunu artırmaya başlar ve nokta atışlarına geçerdi.
Ümiiiiit, Cemal Nadiiiir, Ervaaaaaaaa.. Hadiii…
Ramazan davulcuları yarış edercesine vuruyordu davulun tokmağını. Anlaşılan sahur vakti
gelmişti. Mutfaktan gelen sesler de bunu teyit edercesine canlıydı.
Hemen kalktık tabii ki. Mutfaktaki yemek masasının etrafına toplanırken birer birer, kaynayan çaydanlığın fokurtusu karşılamıştı bizi her zamanki gibi…
Evin annesine kısa bir selam faslının ardından otururken yerimize, masadakiler süzülmeye başlanmıştı bile…
Kuru fasulye nefis gözüküyordu.
'Bismillah' deyip, Ramazan pidesinden koca bir parça bandırmak üzereydim ki, küçük kızım Erva;
- Babacığım sana bir şey sorabilir miyim? dedi.
- Tabii ki kızım sor bakalım diyerek cevap verdim.
-Sen mi, annem mi, daha iyi aşçısınız?
- Allah Allah Nerden çıktı kızım bu şimdi? diye sorarken bir yandan da bıyık altından gülümsüyordum, sen kiminle konuşuyorsun dercesine ve kasılarak.
Bir taraftan düşünüyordum. Evet ben profesyonel bir aşçıyım. Ekibim ve fiziksel imkanlarım var. Çeşit çeşit yemekler hazırlıyor ve misafirlerimize sunabiliyoruz. Yelpaze geniş olduğu için isteyen istediğinden tercih edebiliyor.
Ya eşim … Aynı şartlara sahip miydi? Onun, günlük tek menüsü vardı evde. Çok iyi analiz edip, herkesi memnun edebilmeliydi.
Şu yemeği yapsa, fazladan israftı. Bu yemeği yapsa, dünden dolapta biraz vardı.
Ötekinden yapsa oğlan sevmezdi. Berikinden yapsa malzeme yetmezdi…Bir daha yapsa 'Yine mi' derlerdi...
Ve bunların içinden çıkıp da hazırladığı sofraya kimse hayır diyemiyordu.
'Annen, kızım annen' dedim sessizce...
En iyi aşçı annen ve bütün anneler.
Ellerine sağlık bütün annelerin…"