Dün arka arkaya gelen iki haber çok şeyi anlatıyordu aslında... IMF, Ukrayna’ya 2 yıl içinde yaklaşık 27 milyar dolarlık yardım sağlayacaktı.
Bu yardımın, 14 milyar doları aşan ilk bölümü için yapılacak stand-by anlaşmasının IMF İcra Direktörleri Kurulu’nun onayını beklediği haberi; Obama’nın, Ukrayna’nın NATO üyesi olmadığını vurgulayarak, ‘ABD’nin askeri güçle Kırım sorununu çözmesi gibi bir tercihi yoktur’ demesi ile eş zamanlı servise kondu. ABD açıkca şunu söylüyordu; ‘Ukrayna’da kim iş başında olursa olsun, sonuçta ekonomik olarak bizim çizeceğimiz politikalara sığınmak zorunda... Aynı durum bir müddet sonra Rusya için de geçerli olacak; Kafkasya’nın ve Ortadoğu’nun enerji kaynakları yeryüzüne çıktıkça sizin Avrupa ve dünya ekonomisi için öneminiz azalacak.
ABD’nin yeni yolu ve Türkiye
Bu bakış açısı, daha doğrusu strateji bir yere kadar doğru ve bütünüyle ABD’nin yeni dönemde, Avrupa ve Pasifik dışındaki dünyaya bakışını anlatıyor.
Bu stratejinin ipuçlarını Suriye meselesinde de gördük; Suriye’ye müdahale olmayınca bu, bazı çevreler tarafından, Türkiye’nin yalnız bırakılması hatta hızlı gittiği için ‘cezalandırılması’ olarak anlatıldı. Halbuki bu durum, Türkiye’den de bağımsız ABD’nin yeni yönelimi hatta 21. yüzyılı belirleyecek en önemli strateji değişikliklerinden biriydi. Ama işin ilginç tarafı, ABD ‘akıllılık’ edip bu yeni yola girmeseydi de, Asya’nın ve devam olarak Ortadoğu-Türkiye’nin içinde bulunduğu süreç, onu bu yola gecikerek de olsa zorlayacak ve sokacaktı. Tabii bu batı için çok büyük bir zaman kaybı ve içinde bulundukları krizi derinleştiren bir yanılgı olacaktı. Kırım meselesi bu anlamda Obama’nın politik tercihinin ne denli doğru olduğunu da gösterdi ve tabii ki Türkiye’yi öne çıkartan bir rol de oynadı.
AB ve İngiltere şimdilerde 2030’a kadar hem transit ticari geçişlerinde hem de enerji de Rusya’ya bağımlılığımızı nasıl azaltırız çalışmasına başladı. Bundan bir müddet önce ortaya atılan Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı’nın (Transatlantic Trade and Investment Partnership-TTIP) ancak Türkiye’nin merkez olduğu Pasifik Asya ile Avrupa’yı birbirine bağlayan orta ve güney ticaret geçişleri ile mümkün olacağını artık ABD’deki Türkiye düşmanı Cumhuriyetçiler bile anlamış bulunuyor.
Çin ve Asya ürettiği, ihraç ettiği malların kalitesini yükselten yeni bir yola girdi ve Çin’in AB’ye ihracatı geçen yıl, krize rağmen, toplam ihracatının yüzde 20’sine yaklaştı. Böylece deniz yoluna göre çok hızlı ve ucuz olan demiryolu taşımacılığı daha da öne çıktı. Çin’den hatta G.Kore’den çıkarak, Kırgızistan, Özbekistan, Türkmenistan, Hazar Denizi ve Azerbaycan, Gürcistan Türkiye üzerinden (Bakü-Tiflis-Kars) Avrupa’ya ulaşacak Orta Koridor, demiryolu ve hızlı tren ağları ile örüldüğü zaman Trans Pasifik Ortaklığı (TTP) başlayacaktır. Öte yandan bu yolun İran ve Türkiye üzerinden güney yolu buluşması yeni bir dönemdir.
Bu durum, bize dünya nüfusunun yarısının birleştiği bir ekonomiyi oluşturacaktır. Bu ekonominin ticari ve siyasi kuralları, hukuki yapısı, standartları, vergi rejimleri ortak olacaktır. İşte şimdi twitter, sosyal medya hukuku, küresel vatandaşlık hakları diye tartıştığımız budur. Kimse acele etmesin...
Bu büyük entegrasyon, Avrupa için tek yoldur; Avrupa Komisyonu, son yıllarda, belki defalarca dünya toplam talebinin yüzde doksanına yakınının (hatta nitelikli mal talebinin de) Avrupa dışında oluşacağını ve buna bağlı olarak AB’nin serbest ticaret anlaşmalarını hızla yayarak ilk önce Pasifik koridorunu açması gerektiğini raporlarında belirtmiştir. Bunun için Kürt barışı dahil, bölgedeki bütün sıcak çatışma alanlanlarının nihai barışa doğru dondurulması, dondurulmuş çatışma alanlarının da nihai barışa dönüşmesi gerekir.
Siz geri zekalı mısınız?
Şimdi bu gerçek ortada dururken, Türkiye’de birileri, çözüm süreci dahil, herşeyin başa saracağını, Türkiye’nin son on yılda yaptığı bütün niteliksel dönüşümlerin boş olduğunu, hükümetin düşeceğini falan söyleyip duruyor.
Şimdi bakın bütün bu gelişmeleri görmemek, dünyayı, Avrupa Birliği’ni, ABD’yi falan eskisi gibi sanmak için insanın gerçekten zır cahil olması ya da o kahrolası küçük burjuva kibirinden dolayı burnunun ucunu göremeyecek kadar geri zekalı olması gerekir.
Görenler, görmeyenler...
Bu haftanın başından itibaren Türkiye’de piyasalara giriş ve seçim sonuçları da AK Parti lehine fiyatlanmaya başladı. Ama bunu mali piyasalardan önce, reel kesim özellikle sanayi tarafı geçen sene -Gezi’ye rağmen- görmüştü. Şimdi öngörü silsilesine bakalım: Geçen senenin ortasından beri yapılan bütün pravokasyonlara rağmen, Türkiye’nin yoluna devam edeceğini gören ve bu konuda inisiyatif geliştiden, pozisyon alanlar kimler?
Birincisi bu sürece hem batıda hem de doğuda halk sahip çıktı, sonra bunu gören iktidar ve devletin yeni yapılanması sıkı durdu ve çözülmedi, üstüne gitti. Sonra ekonomide reel kesim frenden ayağını çekti ve sanayi, ihracat yeniden hızlandı... Peki göremeyenler kimler; çıkarları gereği, eski oligarşinin henüz dağılmayan yapıları, yağmacı tekelci sermaye, bunların yetiştirdiği ‘okumuş’ küçük burjuva unsurlar... Bu sonuncular, ağırlıklı olarak, medyada, akademide, orta ve büyük boy işletmelerin üst katlarındaki odalarında yaşayan kendi mesleklerini bile yüzeysel -anca- bilen, çoğunlukla İngilizce konuşmayı aydınlanma sanan bir sınıf ve varoş çocuklarının, babaları zengin olmadığı halde, kendileriyle yarışmasına çok şaşırıp, sinirleniyorlar. Şimdi bunların meydanlardaki kalabalıkları aşağılayan ‘ırkçı’ yazılarını hiç şaşırmadan okuyorum, çünkü nefretleri sınıfsal...
Kitlelerin sezgisi...
Kolektif akıl diye bir şey vardır ve bu, bilginin hızla ve açıkca dolaştığı bütün toplumlarda bireysel akıldan daha hızlı sonuca varır.
Kolektif akıl bir yerden sonra sınıfsal akıldır. Yeter artık diyen, kendi içinde bulunduğu sosyal, ekonomik durum gereği çıkarlarının farkına varan herkes bu kolektif akılla donanır. İnsanlık tarihindeki bütün büyük değişimler, devrimler, tiranlara, krallara karşı ayaklanmalar kolektif aklın ürünüdür. Bu anlamda kitlelerin sezgisi, öngörüsü diye bir olgu vardır ve bu, oldukça güvenilir bir veridir. Bugün, kim ne derse desin, Türkiye’de bilgi, eskiye göre herkese çok daha kolay ve nitelikli olarak ulaşıyor. Bilgiyi edinen ‘okumamışların’ o bilgiyi kullanarak doğru sonuca varması ve doğru analiz yapması, yanlış bilgiyle donanmış, bilgi diye ideoloji depolanmış ‘okumuşlara’ göre çok daha kolaydır. Ve bugün Türkiye’de bunu yaşıyoruz. Halk batıda ve doğuda kendi çıkarlarına göre tercih yapıyor. Ve bu ‘sessiz’ bir devrimdir.