2015 Genel Seçimlerinin oluşturduğu baskı bir taraftan, son on iki yılın birikiminin sebep olduğu baskı diğer yandan siyasal ve toplumsal alanı makasa alıyor. Yakın geçmiş ve geleceğin baskısını yönetebilen aktörler, 2015’i müspet anlamda bir dönüm noktası haline getirebilirler. Siyasi partilerde ete kemiğe bürünen toplumsal talepler, şikâyetler, isyanlar, arzular, ümitler, kızgınlıklar ve hesaplar niceliksel anlamda güçlü bir temsil kabiliyetine sahip. 2011 Genel Seçimleri neticesinde, yüzde on barajı olmasına rağmen, Meclis seçmenin yüzde 95’inden fazlasını temsil ediyor. Bu oldukça yüksek bir oran olmanın yanında, sağlıklı bir durum. Hal bu iken, siyasal partilerin, özellikle de muhalefetin toplumsal talepleri en başarılı şekilde siyasete tercüme etmesi, toplumun gerisinde değil bir adım önünde kurucu aktörlere dönüşmesi beklenir.
Meclisteki yüksek temsile rağmen toplumsal gerilim niçin kurucu bir siyasetin ortaya çıkmasına yol açmıyor? Aksine, muhalefet partilerinin hem coğrafi hem de sorunlar anlamında belli bir bölgenin dışına çıkmalarının emareleri bile görünmüyor. Türk ve Kürt milliyetçiliğini merkeze alan, dolayısıyla kendi içine dönük iki parti zaten siyasal ve toplumsal sınırlarını en baştan içe dönük bir şekilde örmüş durumdalar. Oy oranı itibariyle ana muhalefet kabul edilen hareket ise uzun yıllar önce kaybettiği ‘sınıfsal ve bürokratik iktidarını’ geri alma kavgasını, bütün toplumsal kesimlerin kendisini iktidara taşıyacak oranda sahiplenmesi ümidiyle siyaset yapıyor. Ortaya çıkan tablo derin bir anlamsızlıktan başka bir şey değil.
2010 Anayasa Referandumu, mezkûr anlamsızlığın tescillendiği tarihi andı. 2010 kısmi Anayasa değişikliğine kadar muhalefet partilerinin hâlâ eski Türkiye’den arta kalan siyasal ve toplumsal alanda zayıf da olsa ikna edici argümanları olabilirdi. Tam bir akıl tutulmasıyla, 2010 devrimci fırsatını ıskalamayı başaran aktörler, kendileri açısından, çok daha zorlu bir sürecin önünü açtılar. Çünkü 2010 Referandumu, değişim imkânını çok daha konforlu hale getiren dış bir sürükleyiciydi. Şimdi kendi değişimlerini bizzat kendileri hayata geçirmek gibi imkânsız bir misyonun peşinden gitmek zorundalar. Bunun Türk siyasi geleneğindeki karşılığı ise bölünmeler, sert elit dönüşümleri, tasfiyeler ve travmalardır. Anayasa Referandumundan beri yaşanan patinaj, bu sancılı değişime direnmenin sebep olduğu anlamsızlığın teyidi aynı zamanda.
Yaşanan anlamsızlık, beraberinde önce iktidar yarışından kopmayı getiriyor, ardından da iktidar gerilimini kendi siyasal alanına taşıyarak ana başlık haline getirmeye yol açıyor. Bu noktada Kürt milliyetçiliği doğrudan ve en ilkel şekilde vesayeti silahlı örgüte vermenin konforuyla, hareket içerisindeki iktidar mücadelesinde özne olma defterini tamamen kapatıp, sıradan nesneler muamelesi görmeyi içselleştirmiş durumda. Türk milliyetçisi hareket ise sürdürülemez bir duygu haline, bugüne tercüme edilemez bir tarihi misyona nöbetçi yazılarak, sadece var olma karşılığında liderliğini ve iç iktidar mücadelesini konforlu bir şekilde yönetiyor. Kemalizm şemsiyesi altındaki farklı sınıfsal ve ideolojik cemaatlerin var ettiği hareket ise iç iktidar gerilimlerini artık bıkkınlık verecek düzeyde yaşıyor. Bu ise ülkenin iktidar mücadelesinde ciddiye alınacak bir aktör olmama duygusunu güçlendiren bir dinamiğe dönüşüyor, kitlelerin bu hareketlere karşı güven bunalımını büyütüyor.
Farkında olmadan, içine düşülen bu girdaptan çıkmak için sarıldıkları aktörler, kullandıkları söylem ve usul de anlamsızlığın tam bir kısır döngüye dönüşmesine yol açıyor. Yeni bir Anayasa’dan Kürt meselesinin nihai çözümüne, din-devlet ilişkilerinden vesayet yapılanmalarının varlığına, bölgesel gelişmelerden seküler ulus devlet kaynaklı kimlik krizlerine kadar verdikleri tüm tepkiler tutarsızlığın derinleşmesine sebep oluyor. Bu kısır döngüden kısa vadede bir çıkış olmayacak. Lakin 2010’da kaçan fırsat sadece ‘siyasi anlamsızlık’ yaratmıştı. 2015 ise bu anlamsızlığın neticelerini ortaya çıkaracak milat olacak.