Nisan, Birleşmiş Milletler verilerine göre 2008 yılından beri Irak’ın en kanlı ayıydı. Bir ay içinde 700’ün üzerinde insan hayatını kaybetti. Yani başımızda, son derece olağan ve alışılmış bir ateşle yaşıyoruz. Irak sınır komşumuz... En uzun sınırımızda ise Suriye var ve orada ölüm ve şiddet ne yazık ki daha da olağan. Dahası Suriye’nin başında, ayakta kalabilmek için katliamı gündelik araca donüştürmüş bir diktatör var. Türkiye, o diktatörün elinden kurtulabilen sadece 200 bin kadar kişiye kucak açabiliyor. Dünya ise, geride kalanların kaçınılmaz ölümlü akıbetlerini kayıtsızlıkla izliyor.
Evet, bir şiddet sarmalının hemen yanı başında yaşıyoruz ve Reyhanlı’da önceki gün gelip bizi de vuran eylem ne yazık ki bölgenin normal hallerinden sayılıyor. Öldürmeyi sıradanlaştırmış bir diktatörün komşusuyuz sonuçta.
Parmak izlerine bakalım
Üstelik, bunu daha önce de birkaç kez yaşamıştık. Yani, komşumuzu da ona kucak açan ve kayıtsız şartsız destek veren komşuları da tanıyoruz, biliyoruz.
Reyhanlı katliamının Suriye kaynaklı olduğuna dair çok güçlü şüpheler var ve zaten bu kimseyi de şaşırtmıyor.
Peki, bu saldırının hesabı Suriye’nin zavallıdan daha zavallı, katil diktatörüne mi sorulmalı? Ya da ona sorulursa ortaya tatmin edici bir cevap çıkabilir mi? Herhalde bu, hiç ikna edici bir girişim olmaz.
Zaten, beklendiği gibi kendilerinin işin içinde olmadığını açıkladılar.
Böyle durumlarda seçenek çoktur ve hepsini de dikkate almak gerekir. Belki Esad istedi... Belki de dediği gibi gerçekten haberi yoktur ve artık Vahşi Batı’ya dönen ülkesinde bir güç kendi adına ve kendi hesabıyla Türkiye’nin canını yakmak istedi. Ya da belki, Şam’a hiç sorulmadan bir başka ülke hem El Muhaberat’ı hem de Türkiye’deki taşeron örgütü organize ederek Ankara’ya bir mesaj vermek istedi. Tam da PKK’nın denklemden çıkmak üzere olduğu sırada... Tam da Türkiye Başbakanı’nın ABD ziyareti öncesinde...
Yine de seçeneklerin çokluğu kafa karıştırmasın... Esad’ın sorumluğu doğal olarak kesindir.
Ama, Esad’ın olağan şüpheli olmasını fırsat bilen birden fazla ülkenin sorumlu olduğu da kesindir.
Tablo şunu gösteriyor. Ankara, Reyhanlı katliamından sonra parmağını Şam’a doğrultarak yetinemez. Çünkü, iki yıldır bu sorunun gerçek kaynağının neresi olduğu konusunda yeterince tecrübe sahibi olunmuştur. Kriminal inceleme bir yana, diplomatik analiz bombaların üzerinde yeterince parmak izi gösteriyor..
Şam’dan önce Moskova ve Tahran’a sorulacak sorular vardır: Evet, siz ne diyorsunuz? Bu kanlı eylem hakkında sizin görüşünüz nedir?
Şam üçüncülükten yukarı çıkamaz!
Diplomaside kayıtsız şartsız desteğin maliyetleri vardır. Reyhanlı katliamı bunun açık örneğidir.
Herkes biliyor ki yapılması gerekenlerin yarısı bile yapılabilmiş olsaydı ne Reyhanlı olurdu, ne de binlerce masum Suriyeli ölmüş olurdu. Ama, birisi soğuk savaştan kalma alışkanlıkları için, diğeri de Şii-Sünni gerilim hattını yaşatabilmek uğruna kanın oluk oluk akmasında sakınca görmemeye devam eden iki ülkenin hevesi uğruna insanlar ölmeye devam ediyor.
Moskova ve Tahran bu pozisyona sadık kaldığı müddetçe Şam, eylemle ilişkisi olduğunu açıklasa bile yine de sorumlular listesinde üçüncülükten yukarı çıkamaz...
Hatta kayıtsız kalan bir başka başkent Washington’un sorumluluğunu da hesap edersek ilk üçe bile giremez.
Bu eylemin içinde olup olmamaları birinci derecede önem arzetmiyor. Bu atmosferin kaçınılmaz sorumlusudurlar.
Reyhanlı katliamının da, Suriye’de sayısı 100 bine ulaşan sistematik katliamın da temelinde Rusya’nın BM vetosu ile İran’ın Esad’a dört elle destek verme politikasının olmadığını söyleyecek birileri kaldı mı hala?..
Kaldıysa onlara da Moskova ve Tahran’ın cevaplaması gereken sorusuyu sormalı: Şimdi ne diyorsunuz?