Ankara’da yağmurlu bir günde çok ilginç bir olay yaşanıyordu... Kendisine emanet edilen mesajı Özal’a götüren ve aslında Özal’ı seven ve korumak isteyen bir bakan, rahmetli Özal’ın karşısına geçiyor ve aynen şunu söylüyordu; “X’in size önlem almanız için mesajıdır, şu kişi ve ekibi sizi mutlaka indirecekler, indiremezlerse öldürecekler, kesin karar verdiler”...
Sevgili dostlar, mesajı gönderen aramızdan ayrıldı... Şahsı adına yapmamıştı bu hareketi... Satuk Buğra Han’dan bugüne kadar devam eden bir “nefesin” parçasıydı ve “Türk-İslam” dinamiklerini korumak adına görevli olan biriydi... Hem çamdı, hem kozalak... Mesajı gönderenin yeri dolmadı, dolamaz ama sistem yoluna devam ediyor... Mesajı götüren kişi hala hayatta... Ve en önemlisi “cesur adımlar atmaya çalışan Turgut Özal şüpheli bir şekilde aramızdan ayrıldı, kurmaya çalıştığı Orta Doğu-Orta Asya Denklemi çökertildi”...
Sevgili dostlar, konu bu kadar da değil... Turgut Özal’ın aramızdan ayrılışını ve özellikle petrol boru hatlarını araştırırken, konuyu yıllar önce defalarca ele almış ve şu noktalara dikkat çekmiştim; Başbağlar-Madımak katliamları, Özal’ın aramızdan ayrılışı, Eşref Bitlis’in uçağının aniden buzlanıp düşmesi, Uğur Mumcu’nun katledilmesi, Adnan Kahveci’nin yanlış yola girerek hayatını kaybetmesi, tam petrol boru hattının keşif gezisi gününde 33 sivil askerimizin şehit edilmesi...
Bütün bunlar aylara sığdı ve Türkiye’de başta BAŞBAKAN ve CUMHURBAŞKANI olmak üzere çok şey değişti...
Peki neden?
Çok zor değil. 1992 ve sonrası “Suriye-Irak-Rusya” ile ilişkiler başta olmak üzere ana konularda birçok yeniliğin yaşanabileceği bir yılken, ortaya çıkan ani gelişmeler sonucu adeta her şey tersine döndü ve “kilit isimler” aramızdan ayrıldı...
Bu noktada soralım; sonrasında ne oldu?
Bu dönem sonunda Süleyman Demirel Köşk’e çıkarken, Tansu Çiller’e başbakanlık yolu açıldı. Çiller, SHP-DYP koalisyonunun başbakanı oldu... Tansu Çiller başbakanlığındaki koalisyonda en büyük kriz, DYP tarafından getirilen Terörle Mücadele Yasası ile ilgili düzenleme teklifiyle çıktı. Özellikle “petrol boru hatları” algılaması eşliğinde ortaya çıkan “bölgede ekonomik-siyasi tabanlı” çözümlerin hepsi rafa kalktı! Yıllar önce başlayabilecek bir “yumuşama-sivil çözüm” havası yerini sertliğe bırakırken, 1993-1997 arasında “Orta Asya-Ortadoğu” denklemi yeniden yazıldı. Yaşananlar 1997 sonrası daha da anlamlı bir hale geldi; 1997 yılında Neo-Con’ların kontrol ettiği yapı Beyaz Saray imzasıyla “yeni bir yüzyıl için strateji belgesini” açıkladı ve “Ortadoğu, Orta Asya ve gerekirse Türkiye’nin Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgelerini” yerleşme zorunluluğu olan bölgeler olarak açıklanırken, Türkiye 28 Şubat sürecine arkasından “2001 kriz” tüneline girdi...
Sonuç: 1990-1993 arasındaki bilek güreşi ve aramızdan ayrılan “kilit isimler” ile devam eden süreçte; Türkiye 1994 krizi ile baş başa kaldı hatta daha da ilginç olaylar yaşandı. 1994 krizinde Sabancı ve Koç, Cumhurbaşkanı Demirel’e “Anayasa”yı “destek alarak” olağanüstü hal ilan etmesini teklif ettiler. Mesut Yılmaz, 1995 yılında imzalanan Gümrük Birliği Anlaşması’nı, yaptığı bir konuşmada “ikinci bir Tanzimat Fermanı” olarak niteledi ve merkez sağ bir partinin lideri ilk defa AB-Türkiye ilişkilerinde “en sert tutumu” takınmış oldu. 1995 erken genel seçimlerinde Refah Partisi en fazla oyu alarak Meclis’e girdi. Hükümet kurma çalışmaları devam ederken TÜSİAD, gazetelere “ANAYOL” yani Doğru Yol ile ANAP arasında bir koalisyon kurulmasını talep eden ilanlar verdi. Mesut Yılmaz başbakanlığındaki 55. hükümet, yani “ANAP-DSP- DTP” koalisyonu gensoruyla düşürüldü...
Son söz: Yukarıda yazdıklarımı bir daha düşünün ve Gezi olaylarından başlayan süreçteki gelişmeleri yeniden analiz edin... Fazla söze gerek yok, sorgulamaya devam edeceğiz...
Önemli not: Ne ilginç tesadüftür; Özal’ın garsonu hemen ardından İskoçya’ya yerleşirken, Kahveci’nin ölümüne yol açan yabancı inşaat firmasının Türkiye müdürü Honduras’a kesin taşınma kararı aldı...