30 Mart seçimlerinden hemen sonra 4 Nisan’da yayımlanan ‘Cumhurbaşkanlığı için erken bir yazı’ başlıklı yazıda Cumhurbaşkanlığı, Başbakanlık ve CHP ile ilgili üç öngörü sıralamıştım.
- “Cumhurbaşkanlığı seçiminde ‘ters köşe’ olmaz, Başbakan Erdoğan aday olur; yerel seçim sonuçları da seçileceğini gösteriyor.”
- “Başbakanlık için Cumhurbaşkanı Abdullah Gül’ün potansiyel adaylığı satın alınmış durumda; ancak sürpriz olabilir, örneğin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu...”
- “Mustafa Sarıgül cumhurbaşkanı seçiminin ardından yönünü Ankara’ya çevirecek, Genel Başkanlık için düğmeye basacak.”
Bunlardan ikisi gerçekleşti.
Erdoğan cumhurbaşkanı seçildi.
Yine o yazıda değindiğim Abdullah Gül formülleri tartışıldı, ancak Davutoğlu isminde karar kılındı.
Sarıgül, cumhurbaşkanlığı seçimindeki başarısızlığın ardından olağanüstü kurultay kararı alan Kemal Kılıçdaroğlu tarafından CHP yönetimine alınıyor.
Türkiye’de çok fazla tesadüflere yer yok.
Esasen sürprizlere de...
Sadece siyasi profillerin ve grupların tanınması, boyut ve etkinliklerinin bilinmesi, pek çok konuda gelişmeleri öngörmek için önemli bir zemin sunuyor.
Bu yüzden, birçok konuda ‘dış mihraklar’ın karar verdiği savına katılmam; etkili olabileceğini kabul etmekle birlikte.
Perşembenin gelişini öngörmek için hangi günün yaşandığını biliyor olmak yeterlidir örneğin...
Türkiye’nin önünde bir ‘yeni siyaset’ dönemi var.
Seçilmiş cumhurbaşkanının siyasi liderliği ve yetenekleri ile seçilmiş hükümetin siyasi ve icrai liderliği ve yeteneklerini çatışarak değil aynı hedefte birleştirerek ortaya yeni model koyacağı bir dönem.
Bu ‘yeni siyaset’ hem içeride kendini inşa edecek ve bu inşa sürecinde kendini millete kabul ettirecek; hem de aynı anda içeride ve dışarıda mücadele sürecinin içinde olacak.
Kolay bir dönem olmayacak.
- ‘Çözüm süreci’ ile iç barışını sağlanması, yeni bir anayasa ile bunun tüm toplum kesimlerini kapsayacak şekilde tahkim edilmesi;
- Demokrasinin anayasadan yasalara, yargıdan güvenliğe kadar tüm devlet kurumlarına ve kamu idarecilerinden vatandaşa kadar düşünce biçimi haline getirilmesi;
- Ekonominin, dev yatırımları finanse edecek yerli sermayeyi oluşturacak, büyümeyi üretimle gerçekleştirecek sistem haline getirilmesi;
- Ülke ve sisteme yönelik tehditlere karşı savunma kurumları, organizasyonu, teknik sistemleri ve sanayinin ‘yerlileşerek’ bağımsızlaştırılması;
- Bu savunma gücünün özellikle dış politikada diplomasiyi destekleyici bir ‘barış gücü’ olarak değerlendirilmesi;
- Türkiye coğrafyasının sunduğu “Doğu’dan Batı’ya akan enerji kaynaklarının ‘sahibi’ olma” imkanının dişli rakiplere karşı kararlılıkla savunulması ve kullanılması;
- Aynı zamanda, bu coğrafyanın doğu ve güneyinde barındırdığı yüksek risklerin de ortadan kaldırılması ve avantaja dönüştürülmesi;
- Türkiye’nin, sınırları ötesindeki ortak inanç ve tarih coğrafyası üzerindeki güç ve etkinliğinin barış, demokratik ve ekonomik gelişme odaklı kullanılması;
- Aynı zamanda bu geniş coğrafya ile Batı arasındaki ilişkiyi çatışmadan çıkarıp işbirliği ilişkisine dönüştürme çabalarını sürdürmesi ‘Yeni Türkiye’nin yol haritasıdır.
Bunu hedefleyen ‘yeni siyaset’ her yönden saldırı altında olacak, yıkıcı olamasa da ‘masada elini zayıflatma’ çabasını gösterecektir.
Bunu Türkiye’yi yönetenler okuyor, hedeflerini koyuyor, adımlarını atıyorlar.
Ama başkaları da okuyor.
Almanya’nın ‘NATO müttefiki’ olmasına rağmen Türkiye’ye son birkaç yıldır ‘göz kulak olması’nın arkasında bu yol haritası yatıyor.
Ve Alman basınında dün çıkan bir yorumda olduğu gibi, “pis işleri başkalarına yaptırıyorlar”...
Kim o pis işleri yapanlar?