Edebiyatta ustalarımızdan Hüseyin Su beyefendinin ricasıyla geçtiğimiz hafta, liseli gençlerle buluştum. Ankara Batıkent’teki, Şehit Demet Sezen Kız Anadolu İmam Hatip Lisesi öğrencileriyle kucaklaşmak, onların sesine kulak vermek, sözcükleri, kitapları, hayatı onların gördüğü şekliyle görmek adına çok önemli bir tecrübeydi benim için...
Öğrencilerden birisi, kitap okurken büyüdüğünü hissettiğini söyledi. Doğrusu onların yorumlarını dinlerken ben de büyüdüm. Siret-i Meryem’i, Çöl-Deniz Hz. Hatice’yi, Parçası Benden’i onların yorumları ile yeniden gördüm. Öyle sıkı sorular sordular ki, kitapların içine aldıkları notlar, kurşun kalemle çizilmiş cümleler, sayfalarca yorumlar, değerlendirmeler. Hayret ettim. Sanki bir gelincik yaylasında yürüdüm...
Edebiyat Öğretmeni Fatma Aydar da aslında yazar bir hanım, çok titiz bir eğitimci ve hayatını gelecek nesillerin medeni bilinç kazanmasına adamış çok değerli bir öğretmen. Müdire hanımla, müdür yardımcımızla, diğer genç öğretmenlerimizle de tanıştım. Adeta bir bal kovanı çalışkanlığında, bir şehidenin aziz hatırasından aldıkları ilhamla eğiliyorlar işlerine. Geceleyin parlayan yıldızlar gibiler hepsi de. Ve pırıltılarını talebelerinin gözlerine geçiren, kendine has bir özgüven var seslerinde. Hayat dolular.
Sınırlı sayıdaki karakterler içine hapsolmuş asrımızın meram anlatma şekli, adeta bir kanser gibi yok ediyor kitap okuma sevgisini. Çünkü kitap sabır istiyor. Acaba genç nesillere kitabı nasıl sevdireceğiz şeklindeki soru artık eskidi... Acaba çocuklarımıza kitap denen nesneyi nasıl unutturmayacağız sorusu çok daha güncel.
Daha evvelki yazılarımda, “Wattpad” adındaki o kapkaranlık bataklıktan bahsetmiştim. Çoğu gencimiz ve maalesef velileri de, bunları okuma zannediyor. Oysa çoğu sapkın ve süfli anlatılarla, yazılı pornografi örneğidir bu ucubeler...
Televizyonda, 1978 yılında ilkokullarla yapılmış bir röportaj seyrettim geçenlerde ve şaştım kaldım. 1978’deki çocuklar, o kadar sakin, kibar, düzgün bir telaffuzla ve zengin bir kelime haznesiyle konuşuyorlardı ki, bugün yetişkinler bile bu şekilde makul ve düzgün konuşmuyorlar. Elbette küresel dil olarak İngilizce’nin baskısı, sosyal medyanın kısıtlı ve güdülere hapsolmuş dilsiz dili gibi bizleri dışarıdan kuşatan ciddi mevzular var. Ama tüm bu dış kuşatmalara karşın bizler ne yapıyoruz? İşte burada büyük bir gamsızlık ve bilinçsizlik var, ki bu durum küresel etkileşimden çok daha vahim bir aymazlık haddindedir.
Türk Dili Hocamız Prof. Muharrem Ergin, “Türkçemiz su gibidir, onu tertemiz tutmak gerek” derdi ve güzel konuşma için, güzel konuşan kişileri dinleyin, onlarla oturup kalkın hiç imkanınız yoksa, radyo, televizyonda onları takip edin derdi. Gençlerimizin “aynen” lafından başka bir şey kullanmadan el kol hareketleriyle konuşmaları ne büyük bir yoksullaşma, öyle değil mi? Dilde yoksullaşma, fikirde yoksullaşmadır oysa.
Yukarıdan dikte edici sözlerin gençlerde etki bırakmadığını elbette biliyorum. Bu yüzden Şehit Demet Sezen A.İ.L’ndeki kitap okuma kulübünü ve okur-yazar buluşması projesini, çok daha akıllıca ve gençliğe el uzatıcı bir yöntem olarak gördüm. Onlar gençleri, gençlerse hayatı, hikayelerin ve kitapların içinden görüyorlar. Umutla döndüm içlerinden.