1970’lerde yabancı bir istihbarat görevlisi ile sohbet ederken bana “Ülkenizde Kürt var mı” dedi. Ben de “Sosyolojik olarak varlar ama siyasi açıdan yoklar” dedim. Bana “Yakında siyasi açıdan da var olduklarını görürsün” dedi. Bu arada Devlet Planlama Teşkilatından gelen bir yazıyı mesleğim nedeniyle bana verdiler ve görüşümü sordular. Yazıda Güneydoğu’da köylerin desteklenmesi ve Türkçe öğrenmeleri için meşhur bir gazetenin bedava dağıtılmasını tavsiye ediyorlardı. Bu görüşlere karşı çıktım ve çünkü halkın büyük bölümünün köylerde yaşadığını ve bunun feodal yapıyı kolaylaştırdığını, bir dilin gazete ile öğrenilemeyeceğini, bunun insanların yaşadığı ortamın bir ürünü olacağını söyledim. Yani Türkçe bir yabancı dil olarak değil yaşadığı çevrenin bir ürünü olarak öğrenilmeliydi.
Bir gün eski bir Kürt partisinin toplantısına katıldım ve şunları söyledim: “Siz köle misiniz ki sürekli hak talep ediyorsunuz? Siz bu ülkenin vatandaşısınız ve iktidara gelmek için uğraşmalısınız. Taleplerinizi sizden olmayanların da desteklemesi mümkündür.” Ve herkesten fazla alkışlandım.
***
Türkiye’nin bölüneceği söylentileri başlayınca Güneydoğu Anadolu’nun ekonomik yapısını inceledim. İlk işim bu bölgenin diğer yerlerle ekonomik ilişkisini araştırmak oldu. Şunu gördüm “Bölge kapalı bir ekonomiye benziyor. Ancak çevre ülkelerle kaçakçılık temeline dayalı önemli bir alışverişi vardı. Güneydoğu bağımsız bir devlet olursa “Ekonomik olarak dünyanın son sırasındaki ülkeyi sondan ikinciliğe düşürür sonunculuğu da bu devlet alır” dedim. O zaman bu işte farklı bir hesabın olduğunu düşündüm ve şu sonuca vardım. Böyle bir yapıyı planlayan yabancı güçler kurulacak devletin Kuzey Irak’la birleşmesini ve Saddam’ın kontrolüne girmesini ön görerek. Irak’ın Avrupa ile yakın ilişki içinde olmasını ve Avrupa’nın enerji ihtiyacının bir bölümünü rahatça karşılamasını düşünüyorlardı.
Ancak ABD bu projeyi etkisiz hale getirmek için Irak’ı işgal etti ve Saddam’ı yok etti. Genel kanaat ABD’nin Irak’a demokrasi getirmek için işgal ettiği şeklinde ise de bana göre bu düşüncenin en küçük bölümü bile geçersizdir. Aralarındaki siyasi ve ekonomik rekabet nedeni ile Avrupa’nın Enerji ihtiyacını kontrol altında tutmak için, ABD Kürtleri, eğer kendisi ile ittifak kurarsa, Türkiye ile birleştirmek istiyordu.
ABD’nin Öcalan’ı ülkemize teslim etmesi ve sağ kalmasını istemesi genelde insani duygularla değerlendirildi. Oysa bunlar bir politikanın unsurlarıydı. Öcalan yine PKK’nın lideri oldu ve Avrupa’nın Kürt hareketini kontrol etmek için hazırladığı yeni lider Öcalan’ın varlığı nedeniyle bu yere gelemedi ve hatta öldürüldü.
Bizim hatamız bu olaya siyasi açıdan bakmamak oldu. Sadece bölünme hedefi üzerine kilitlendik ve olayın gerçek yüzünü göremedik. Yani dış güçlerin etkilerini hesaba katmadık.
Bugün izlenen politika doğrudur ama Öcalan’ın bu işi tek başına yaptığını düşünenler onunla görüşmenin yanlış olduğunu düşünüyor. Oysa Öcalan bu sürecin yapıcı değil büyük güçlerin mücadelesinde senaryoda rol alması gereken bir kişidir. Kürt sorununu büyük güçlerin dışında düşünmek yanlıştır ve bu olayı anlamak için geleceğin Türkiyesine ve bunu kimlerin destekleyeceğini anlamak gerekir. Şunu görmeliyiz: Asıl hedef Kürtlerin geleceğini tayin etmek değildir, bu olay Türkiye’nin gelecekteki rolünü belirlemek için yapılıyor ve Kürtler bu işte büyük bir role sahiptir.