İlkokul yıllarımda 5 yıl boyunca her hafta 5 kez andımızı, en az 2 kez de İstiklal Marşı’nı okuyanlardanım. Ankara’nın en soğuk günlerinde bile bizleri asker içtiması gibi sıraya dizmeye çalışırlardı. Sınıflar tabur mantığıyla hiza alırlardı. Bu iş bazen 10 dakika, bazense onlarca dakika alırdı.
Öğretmenler, “çocuğum konuşma, sus, kıpırdama, gülme” diye bağırarak minik çocukları kıpırdamayan, konuşmayan, gülmeyen birer yetişkine çevirmeye çalışırlardı... Bazı günler müdür veya bir müdür yardımcısı kürsüye çıkar tüm okulu azarlardı...
Aynı anlayış ortaokulda ve lisede devam etti. Bazen saçlar uzun diye, bazen çok konuşma oluyor diye, bazense anlamadığımız nedenlerle azar işittik, kötü sözler duyduk... Ama her sabah bağrış çağrış ve ardından yüksek sesle, kendimizi parçalarcasına okumamız istenen andımız veya marşımız değişmez klasiğimiz gibiydi.
Her gün okula, kavga dövüşün eksik olmadığı huzursuz bir aile gibi başlıyorduk. Hele hele İstiklâl Marşı öncesinde bir arkadaşımız yanındakiyle şakalaşmışsa veya andımız okunurken bir öğrenci söylüyormuş gibi yapıp, sadece ağzını oynatmışsa yanmıştık... Azarlar, bağırmalar artardı...
Ankara’nın soğuğunda ayaklarımız ve ellerimiz donmuş vaziyette çok uzun süreler beklediğimiz de olurdu.
Özellikle 23 Nisan, 19 Mayıs, 10 Kasım gibi günlerde öğrenciler için tam bir işkence olurdu. Hava soğuk veya çok sıcaksa bir saati aşkın bir süre adeta eziyet çektirilir, bu arada vatan ve Atatürk sevgisi bizlerde arttırılmaya çalışılırdı (!)
***
Bakıyorum da, bu manzara çok da değişmemiş... Ara sıra bir lisenin veya bir ilkokulun bahçe duvarında durup içeride olup bitenleri seyrediyorum. Geçenlerde Ankara’da tanınmış kamu okullarından birinin kenarında durdum yine seyrettim, manzara hâlâ aynı:
“Çocuğum oynama”, “sen, konuşmayı kes artık”, “kıpırdama”, “gülme”, “sırıtma” ve daha neler neler...
Okulun ilk günü olduğu için çocukları toplamaları uzun sürdü. Bir saat boyunca öğrencilere bağırıp durdular. Müdür Yardımcısı Hanımefendi, eğer öğrenciler saçları uzun gelirlerse bizzat elleriyle o saçları kesecekleri tehdidini de savurdu...
O yaştaki çocuklardan bir saat boyunca gülmemesini, konuşmamasını, kıpırdamamasını vs. istemek mantıklı mı? Üstelik o süre boyunca okulun tüm öğretmenleri konuşup, şakalaşırken...
***
Düşünebiliyor musunuz, her gün bağırmayla, azarla, tehditle ve ayakta bekleyerek güne başlıyorsunuz... Böyle bir nesilden hoşgörülü, demokrat, uyumlu, çevresine şiddet göstermeyen, birlikte yaşamayı öğrenmiş insanlar olmalarını nasıl bekleriz? Her sabah böyle bir manzara ile güne başlayan bir öğrenci ileride kendi evinde neler yapmaz ki!...
Öğrenciler törenlerini kapalı salonlarda veya sınıflarında yapamaz mı? Öğretmenler bu işi bağırıp çağırmadan gerçekleştiremez mi?
Biliyorum, öğretmenlerimiz büyük bir özveri ile inkâr edilemez bir çaba ile iyi nesiller yetiştirmeye çalışıyorlar... Ne var ki her sabah yaşanan bu manzara, verilen her türlü emeği boşa çıkarıyor...
Sözün özü, eğitimde mesele andımızın kaldırılmasından biraz daha ötesine geçiyor. Okullarımızdan, insanı makine gibi gören, adeta içimize işlemiş olan militarist anlayışın sökülüp atılması, bunun yerine öğrencinin ve öğretmenin de insan olduğunu hatırlayan insancıl yaklaşımın gelmesi gerekiyor... Başka bir deyişle, andımızın kaldırılması olumlu bir adım ama yeterli değil, artık bu tartışmalarının çok ötesine geçmemiz gerekiyor...