Anayasa Mahkemesi üyeliğine atanan Prof. Zühtü Arslan, insan hakları ve özgürlükler merkezli anayasa kavramı üzerinde yayınlarıyla tanınmış bir hukukçu.
Arslan adı, daha önce Anayasa Mahkemesi’nin verdiği iki karara sert muhalefetiyle öne çıkmıştı. Biri, CHP’nin başvurusu üzerine üniversitelerde başörtüsünün önünü açacak olan Anayasa’nın 10. ve 42. Maddelerinde yapılan değişikliğin iptal edilmesi; diğeri ise cumhurbaşkanlığı seçimi sırasında icat edilen 367 oy şartıydı.
1 Aralık 2008’de STAR Açık Görüş ekinde yayınlanan “Kutsal Ruh olarak Hukuk Devleti ve Türk Jüristokrasisi” başlıklı makalesinde de Türkiye’nin bir “jüristokrasi/yargıç devleti”ne doğru gittiği tehlikesine dikkat çekmişti.
367 kararı yargı darbesidir
Alıntı yapalım:
“Anayasa’nın 10. ve 42. maddelerindeki değişikliklerin iptaline ilişkin karar, hukuk devletine ağır bir darbe vurmuştur. Anayasa Mahkemesi yetki gaspında bulunmuştur. Anayasanın değiştirilemez ilkelerinden laiklik gerekçe gösterilerek, aynı şekilde değiştirilemez olan ‘hukuk devleti’ ilkesi değiştirilmiştir. Devletin en temel niteliği olan hukuk devleti yanlış bir laiklik yorumuna kurban edilmiştir.
“Böylece, Türkiye’de özellikle yargıya hakim olan ‘militan laiklik’ anlayışının siyasal alanı daraltan, bürokratik vesayeti pekiştiren ve jüristokratik tahakküme yol veren bir işlev gördüğü bir kez daha anlaşılmıştır.”
“Anayasa Mahkemesi’nin ‘367 kararı’ gibi, Anayasanın 10. ve 42. maddelerine ilişkin kararı da bir ‘yargı darbesi’dir.
“Anayasa Mahkemesi’nin ‘yargı darbesi’ niteliğindeki kararları, kendi yetki alanını sürekli genişleterek kudretli konumunu pekiştirmekte, bu da demokratik siyasetin alanını gitgide daraltmaktadır.”
“Siyasetin mutlaka jüristokratik baskıdan ve kuşatılmışlıktan kurtarılması gerekir.”
Prof. Arslan’a göre hukuk devleti ilkesine yönelik iki temel tehdit var:
“Birincisi, ‘istisna hali’nin süreklileştirilerek, hukuk dışılığın hukuk devletinin gereği olarak gösterilmesidir. Anayasayı uygulamakla görevli olan Anayasa Mahkemesi’nin yorum yoluyla Anayasayı ihlál etmesi, en üst hukuk normunun yargı eliyle askıya alınmasının tipik örneğidir.
İkincisi, yargının iktidar alanını diğer sürekli genişletmesinden ve hukukun hákimiyeti anlayışının uygulamada hákimlerin tahakkümüne dönüşmesidir. Bu da bizi demokrasiden uzaklaştırıp jüristokrasinin alanına çekmektedir.”
28 Şubat ‘elbirliği’ ile yapıldı
“İstisna halinin normalleştirilerek süreklileşmesi”ne örnek olarak “28 Şubat”ı ve kanunun valilere verdiği görevlerin bir kısmının askere devredilmesini öngören “EMASYA Protokolü”nü gösteren Prof. Arslan, bunların “sistematik bir yapı ve sınıflar/zümreler arası işbirliği” ile yapıldığına işaret ediyor. Yani, ordu, medya, iş dünyası, hatta siyaset...
Peki bütün bunlar hangi mantığa dayanıyor. “Hikmet-i hükümet”... Yani, yöneticilerin devletin bekası için, ahláki ve hukuki olup olmadığına bakmaksızın gereken her şeyi yapmaları. Onlara göre devlet en yüce varlıktır ve onu korumaya ve yaşatmaya yönelik her türlü girişim meşrudur!..
Bu mantığı 90’larda Susurluk sanıkları için dönemin Başbakanı’nın ağzından “Devlet için kurşun atan da, yiyen de kahramandır” sözünde, bugün de yargı önünde dönemin hesabını veren 28 Şubat şüphelilerinin “Yaptığımız suç değil, asıl yapmasaydık suç işlerdik” savunmasında görebiliyoruz.
Hukuk devletinin jüristokrasi tehdidine karşı korunması için Prof. Arslan’ın iki önerisi var: “Yargının alanı demokratik ülkelerde olması gereken yere çekilmeli; eğitimden başlayarak liberal hukuk ve siyaset anlayışı yerleştirilmeli.”
Yargının alanını olması gereken yere çekecek olan öncelikle yargı mensuplarıdır. Bu önerinin sahibi Prof. Arslan, şimdi kararlarıyla bu alanın belirlenmesinde söz sahibi olacak.
Türkiye için umut verici.