Siyasetin şehveti Türkiye’de her şeyin önüne geçiyor.
En önemlisi de, yapısal reformların önüne geçiyor.
Örnek mi istiyorsunuz, en önemlisi bir türlü değişemeyen Kenan Evren anayasası.
Kenan Evren anayasası değişmediği müddetçe, başka bir ifadeyle de siyaset birinci planda bu utanç verici belgeyi değiştirmeyi hedeflemedikçe, siyasal gelişmelerin ne önemi kalıyor?
AK Parti 2014 yerel seçimlerinde, ne kadar yerel seçim denebilir, tartışılır, olağanüstü olumsuz koşullara rağmen çok büyük bir siyasal başarı elde etti.
Daha da önemlisi 2011 genel seçimlerinde de yüzde elli oy aldı, 2010 referandumunda da, bu referandum benim için temel bir referans niteliğindedir, kürtlerin sandığa gidememesine rağmen yüzde altmışa yaklaştı.
Ama Kenan Evren anayasası lök gibi yerinde duruyor.
Genel seçimler sonuçlandı, bu yazıyı yazdığımdan tam dört ay sonra da Cumhurbaşkanlığı seçimleri yapılacak.
Muhtemelen, eşyanın tabiatı da biraz böyle gerektiriyor galiba, siyasi çizgisi ve başarıları da bu doğrultuda, Sayın Erdoğan Çankaya’ya çıkacak.
Yine muhtemelen de önümüzdeki dört ayın temel siyasi konusu da bu olacak.
Sayın Erdoğan Cumhurbaşkanı olacak iyi de, bu anayasanın devletin temel hukuk belgesi olduğu bir ülkede bu devletin en tepesine seçilmek ne kadar anlamlı olacak?
Sayın Erdoğan Çankaya’ya çıktığında kendisine bağlı DDK’nın yani Devlet Denetleme Kurulu’nun (Anayasa, madde 108) tüm yürütmeye bağlı kuruluşları denetlerken TSK’nın denetlenememesini içine nasıl sindirecek?
“Atatürk ilke ve inkılapları” üzerine Cumhurbaşkanlığı yemini etmek sürekli demokrasi vurgusu yapan biri için nasıl bir şey olacak acaba?
Sayın Erdoğan Çankaya’ya çıktığında Anayasanın o ayıplı, çok ayıplı 118. Maddesine göre Milli Güvenlik Kurulu’na başkanlık yapacak.
Reformcu bir siyasetçi, müstakbel bir Cumhurbaşkanı için önemli olan, hiçbir demokratik hukuk devletinde örneği görülemeyen Milli Güvenlik Kurulu gibi bir ayıplı kuruma başkanlık mı yapmaktır, yoksa böyle bir kurumun anayasa dışı bir gerçek danışma organı olduğu bir devletin başı mı olmaktır?
Kürt meselesinde bir seneyi aşkın bir süredir kimse ölmemektedir, bu sonuç bile başlı başına çok büyük bir siyasi başarıdır, katkısı olan herkese vatandaş olarak müteşekkirim ama Sayın Erdoğan’ın en tepe noktasına çıkacağı devletin anayasası hala ve hala tüm yurttaşları “türk” olarak tanımladığı müddetçe (Anayasa madde 66) çözüm sürecinin de bir anlamı kalmakta mıdır, kalıcılığına büyük bir gölge düşmemekte midir?
Sayın Erdoğan Çankaya’ya çıktığında TBMM’de başka gönderme yaptığım maddeler olmak üzere anayasayı değiştirebilecek bir ekseriyet TBMM’de genel seçimler sonrası oluşabilecek midir?
Siyasi sınıfımız, iktidar ve muhalefetiyle, bu anayasa ile yönetilen bir devletin ve ülkenin siyasetçisi, bakanı, başbakanı, cumhurbaşkanı hatta yurttaşı olmanın çok da önemli ve anlamlı olamayacağını görmemekte midir?
Sayın Erdoğan, Çankaya sürecinde temel ve birinci hedefinin, militan bir üslupla, bu anayasayı tümüyle değiştirmek olduğunu açık açık deklare ederse 2010 referandum desteğini artı kürtlerin desteğini arkasına alabilir.
Siyasi süreçlerin şehveti maalesef yapısal reformların önemini unutturmakta, doğru soruların da sorulmasını engellemektedir.
17 Aralık sürecinde hep yolsuzluğu, ayakkabı kutularını falan konuştuk ama sıra bir türlü en yapısal reform konusu olan kamu bankacılığının gerekliliğine ya da daha doğrusu gereksizliğine gelemedi.
30 Mart seçimlerinde Anadolu Ajansı’nın tarafsızlığını, performansını falan tartıştık ama kimse 2014 senesinde devletin bir haber ajansına sahip olmasının gereğini ya da gereksizliğini teşrih masasına yatıramadı.
Türkiye koşullarında bir ülkede siyaset yapısal meselelere çözüm üretemediği ölçüde meşruiyetini kaybedebilir, siyasetin meşruiyetinin sorgulandığı bir ortam da her türlü melanete açıktır.