Geçtiğimiz hafta içinde Ankara’da Kalkınma Bakanlığı’nın davetlisi olarak 10. Kalkınma Planı’na ilişkin Yükseköğretim Özel İhtisas Komisyonu’na katıldık.
Bu tür toplantılarda insan bazı konuları yeniden düşünme olanağını yakalıyor; bu açıdan toplantının çok verimli geçtiğini söyleyebilirim.
Eğitim-öğretim meselesini sadece kurumsal düzenlemeler açısından düşünmek yetersiz; meselenin çok daha ciddi boyutları da var.
Eğitim meselelerine kafa yoracak isek öncelikle bu konuların anahtar kavramı olan bilgi kavramının gelişimi, değişimi üzerine kafa yormakla işe başlamamız gerekecek.
Bilgi kavramının geçtiğimiz yirmi sene içinde uğradığı dönüşümü anlamadan eğitim üzerine düşünmek de, söz söylemek de olanaksız.
Bilginin dönüşümü hem lisans öğretimini, hem lisansüstü öğretimi hem de meslek eğitimini çok ama çok radikal bir biçimde yeniden yapılandırıyor.
Daha doğrusu yeniden yapılandırmak zorunda.
Bu yeniden yapılanmayı daha önce yapan ülkeler 21. Yüzyılın başarılı ülkeleri, geciktirenler ya da daha kötüsü, bu süreci anlamayanlar ise 21. Yüzyılı ıskalayacak ülkeler olacaklar.
Meseleyi en genel hatlarıyla ortaya koymaya çalışacağım; görüşler tümüyle sübjektif görüşlerimdir, dolayısıyla her türlü eleştiriye açıktırlar.
Bilgi denen meta ya da mal yirmi sene öncesine kadar nedret (kıtlık) kuralına tabi, ulaşılması güç, ulaşmak için maddi ve beşeri kaynak gerektiren bir maldı.
Bilgi çağıyla, internet denen o tuhaf ortamla bilgi artık bir serbest mal, fiyatı sıfır bir mal; isteyen her türlü bilgiye bir iPad üzerinden bir dakikada ve bedava ulaşıyor.
Bu değişim kanımca dünya tarihinin en büyük değişimi; bunu anlayamadığımız müddetçe eğitim süreçlerini anlamak mümkün değil.
Lisans ve lisansüstü süreçlerinin en temel özelliği birincisinin bilgi aktarmaya, ikincisinin ise bilgi üretmeye yönelik olmaları.
Bilginin kıt faktör, ulaşılması güç bir faktör olduğu dönemlerde lisans öğretimi bilgiyi temellük edenlerden aynı bilgiyi temellük edemeyenlere bilgi aktarma süreci olarak tanımlanırdı.
Bilginin kıt faktör olmaktan çıkışı, şayet aşırı tutucu değilseniz, lisans programlarının tanımını, yapılanmasını, müfredatını, öğretim üyelerinin davranışlarını değiştirmek zorunda.
Sizin aktarmak istediğiniz bilgiye öğrenci zaten çok kolay ulaşıyor, bu ortamda eski alışkanlıkları sürdürmek çok saçma.
Ne yapılması gerektiğini de başka bir yazıda tartışmak şart.
Bu ortamda lisansüstü aşamalar yani bilgi üretme aşamaları ön plana çıkıyor; üniversitelerin gerçek anlamı ve işlevi de önümüzdeki dönemlerde lisansüstü aşamalarda olacak.
Türkiye’de ise, çoğu işte olduğu gibi, işler tersinden gidiyor.
Lisans aşamasına büyük kamusal kaynaklar ayrılırken, lisansüstü aşamalarda çok büyük sorunlar mevcut ve bu sorunlar yapısal sorunlar haline gelmiş durumda.
Benim kişisel önerim doktora programlarının tümünü on ya da on beş sene için kapatmak, her sene ABD ya da İngiltere’ye beş binin üzerinde doktora öğrencisi göndermek ve on sene sonra doktora programlarını yeniden yapılandırmak.
Meslek öğretim aşamaları yani iki ya da dört senelik meslek yüksekokulları, meslek liseleri zaten hızla firma içi eğitimlere kayıyor; bu sorun öyle stajlarla falan çözümlenebilecek bir şey değil.
Teknolojik bilginin artışını meslek okullarının izlemesi mümkün değil; meslek eğitimi, lisede ya da üniversitelerde, çok yakında tarihe karışacak.
Bilginin dönüşümünü iyi izlemek eğitimi anlamak ve yeniden yapılandırmak için ilk adım olmalı.