Yıllar önce İstanbul'da Kürtçe kitaplar yayınlayan bir yayınevinden İslam âlimi, büyük mutasavvıf, irfan ve hikmetin zirvesi sayılan edebi eserler kaleme almış Şeyh Ehmedê Xani'nin (Ahmed-ı Hani) ünlü "Nûbihara Piçûkan" isimli Arapça-Kürtçe manzum sözlüğünün Türkçe tercümesini almıştım. Kitabı evde incelerken Xanî'nin bu kitabı yazmasının sebebini açıkladığı beytinin çevirisi karşısında donakalmıştım. Şeyh Xanî'nin, "Bu kitabı Kürt çocukları için yazdım ki Kur'an'ı hatmettikten sonra ilim tahsil ederken bir takım hazırlık niteliğindeki bilgilere sahip olsunlar..." anlamındaki beyti, "Bu kitabı yazdım ki Kürt çocukları Kur'an'dan kurtulsunlar, bilimle tanışsınlar..." şeklinde çevrilmişti. Beynimden vurulmuşa döndüm. "Kur'an'dan kurtulsunlar..." nasıl bir cinayetti Allah'ım! Gerisine bakmadım. Başka kim bilir tahammül edilemez ne cinayetler işlenmişti. Başımdan aşağı soğuk sular dökülmüş gibiydi. "Müslümanlıkla yoğrulan dil Müslümansız kalmış" gibi derin bir hüzün oturmuştu dilime. Aslanların yurduna baykuş tünemiş kadar acı vericiydi. Bir şeyh, bir âlim, irfan ve hikmet ehli bir edip, seküler, maddeci, bilimci bir sıradanlığa bürünmüştü. Müslümanların Kürtçeden el etek çekmelerinin nelere mal olduğunu görmüş ve ölüm kadar elem verici olan bu sürecin bizi ruhsuz, yersiz yurtsuz bırakacağını hissetmiştim.
Vahye, Kur'an'a muhatap olan bütün diller, özellikle Arapça, Farsça, Türkçe ve Kürtçe kimliklerini, kişiliklerini, anlamlarını, ruhlarını İslam'dan almışlar, tevhitle mayalanıp İslam'la yoğrulmuşlar. Bu dillerin İslam'dan uzaklaştırılması, kimliklerini, kişiliklerini, anlamlarını, ruh köklerini yitirmeleri anlamına gelir. "Dil, insanın evidir" demişler. Evi, yani yurdu. O yüzden Arif Nihat Asya "Müslümanlıkla yoğrulan yurdu Müslümansız bırakma Allah'ım" derken, aynı zamanda dili Müslümansız bırakma demektedir. Din, önce dile gelir, oradan davranışlara, hayata sirayet eder. Dile gelmeyen din, fiile de gelmez, hayat da bulmaz. Dil, İslamsız kaldı mı, yurt da Müslümansız kalır kaçınılmaz olarak.
Arapçanın, Farsçanın, Türkçenin bu tür İslamsızlaştırma cinayetlerine karşı savunma mekanizmaları, çeşitli kurumlara, devlet desteğine sahip olmaları hasebiyle güçlüdür. Ama Kürtçe burada sayamayacağım birçok nedenden dolayı sahipsizdir, kimsesizdir, savunmasızdır. Müslümanların meydanı boş bırakmalarından dolayı da artık evimiz olan dilimiz "Müslümansız" olma tehlikesiyle de karşı karşıyadır.
Geçen Pazar günü HÜDA PAR tarafından Diyarbakır'da "Anadilimi seçiyorum" başlıklı bir panel düzenlendi. Bu panele konuşmacı olarak HÜDA PAR milletvekili Serkan Ramanlı, Prof. Dr. Halil Çiçek ve Hüdai Morsümbül ile birlikte bendenizi de davet etmişlerdi. Nihayet evin sahibi evine sahip çıkıyor demiş ve dilimi, evimi, yurdumu Müslümansız bırakmamak için seve seve gitmiş ve Müslümanların Kürtçeye sahip çıktıklarını, çıkmak istediklerini büyük bir memnuniyetle müşahede etmiştim.
Unutmamak gerekir ki AK Parti iktidarının Kürtçenin orta öğretimde seçmeli ders olarak okutulmasına izin vermesi, ev sahiplerinin evlerine dönüp sahip çıkmasına kapıyı araladı. Bunun kıymetini bilmek ve çocuklarımızın Kürtçeyi seçmelerini sağlayarak kapının bir daha kapanmamasına fırsat vermemek gerekir. Ayrıca bu uygulama, farklı algılara, itham edici nitelemelere de mahal bırakmayan değerli bir adımdır.
Eğer biz okullarda dilimizi seçmezsek, evlerimizde, çarşı pazarda konuşmazsak, yarın karşımıza adı Kürtçe ama ruhunu, kimliğini, kişiliğini yitirmiş, mayası bozuk bir müdahalenin kurbanı olmuş bir dil çıktığı zaman da, "Bu neden oldu?" demeye hakkımız olmaz.