Günümüzün hırçın, duyarsız, şımarık, kendine âşık; her yaptığını doğru, başkalarının yaptıklarını yanlış gören ve bu doğru ile yanlışları yalnızca kendi çıkarlarına göre saptayan; bir ortak aklı, toplumsal yararı öne çıkarmayan adamlarını artık iyi biliyoruz. Onların yalnızca o an kendi işlerine geldiği gibi davranmaları çok sevimsiz. Düşünmüyorlar, düşünmeyi bilmiyorlar! Buna yetecek bilgi birikimleri yok!
Taraftar ile takışan var!
Taraftarın her yaptığı doğru, tepkilerinin her biçimi saygıya değer değil elbette.
Ancak taraftarın tepkilerine verilecek tepkiler her durumda kontrol altında tutulması ve özenle belirlenmesi gereken tepkiler. Çünkü o taraftar oyunun bir parçası. Hem de büyük parçası. Konunun asıl, ana besleyicisi, sponsoru taraftar. O taraftarın ilgisi, beğenisi, izlemesi olmasa gerisi teferruat. Ne futbolcu akıl almaz paralar kazanır, ne teknik yönetmenler, ne futbol sanayi kalır!
Siz o ilgiyi yok etmeye değil, akıllıca davranıp diri tutmaya çabalamalısınız. Elbette hataları da yok saymamalısınız. Ancak tepkilerinizi hem durumu düzeltici hem kırıcı olmadan vermelisiniz.
Âşık Veysel, ne güzel demiş:
Güzelliğin on para etmez
Bu bendeki aşk olmasa...
Eğlenecek yer bulaman
Gönlümdeki köşk olmasa
Taraftara 'höt' derken bu aklınıza gelmeli. Taraftarın size olan beğenisi, tutkusu, aşkı olmasa sizin güzellikleriniz on para etmez... Doğanın size verdiği güzellikleri beğenen çıkmazsa, o şımarıklıkları yapabilir misiniz? Yapsanız kim takar?
Ana sermayeniz, sizi sevenlerin aşkıdır.
Ve Beşiktaş'ın, aslında ülkenin bir efsanesi Hakkı Kaptan'ın unutamadığım sözleri...
O, otuzlu yılların başlarında Beşiktaş'ı taşımaya başlamış, uzun yıllar oynayıp, hem futbolu hem kişiliği ile yalnız Beşiktaşlıların değil tüm ulusun beğenisini ve saygısını kazanmıştı. Yaşayan efsane olmuştu.
Yıl 1947'ye gelmişti. BJK-AİK (İsveç) arasında İnönü stadının açılış maçı oynanıyordu... Maçın ilk yarısında Hakkı Kaptan'ın oyunu taraftar tarafından beğenilmedi. Zaman zaman yuhalandı da!
Hakkı Kaptan, o efsane oyuncu, maçın devre arasında formasını çıkarıp astı ve bir daha giymedi.
Anılarını yazarken sormuştum: "O yuhalamalara kızmadın mı?"
"Ne yalan söyleyeyim, biraz buruldum. Çok üzüldüm. Artık bir gerçekle yüzleşiyordum. Bırakma vaktim gelmişti, onu hatırlattılar... Pek kızmadım. Onlar beni yıllarca omuzlarında taşıdılar. Beni sevgileriyle yücelttiler. Şimdi de apoletlerimi söküyorlardı..."
Hepsi bu kadar...