BRİTANYALI gazeteci Martin Sixsmith’in 2009 yılında yayınlanan kitabı Philomena Lee’nin Kayıp Çocuğu, usta yönetmen S. Frears’in elinde toplumsal eleştirisi dozunda bir sıradışı çift macerasına dönüşüyor. Hayatları rastlantı sonucu kesişen, birlikte bir hedefin peşinde yollara düşen, birbirinden çok farklı ve bir süre için birbirine mecbur iki kişinin öyküsü o kadar sinematik ki ortada kayıtlar ve tanıklar olmasa özgün bir senaryo olduğundan asla kuşku duyulmazdı. Halen sağ olan Philomena Lee, ömrü boyunca çocuk yaşta hamile kalıp bir manastırda doğurduğu, rahibeler tarafından başka çocuklar gibi evlatlık verilen oğlunun izini bulmaya uğraşmış. P. Mullan’ın Günahkar Rahibeler filmini izlemiş olanların yarım yüzyıl önce İrlanda manastırlarındaki katı rejime dair bir fikri vardır. Kızının rastlantı sonucu tanıştığı, BBC’den kovulan haberci M.Sixsmith, önce ‘insani ‘ diye küçümsediği öyküde araştırmayı derinleştirdikçe ortaya çıkan tablo, dini ve siyasi bağnazlık başta olmak üzere her boyutuyla şaşırtıcı ve trajik. Yaşanmış öyküyü bilmeyenler dönüm noktalarını çok ilginç bulacaktır. Manastıra borcunu çamaşırcılık yaparak ödemeye çalışırken çocuğunun götürülmesini çaresiz çığlıklar atarak izleyen Philomena’nın yetişkin halini, zamanımızın en iyi oyuncularından D.J. Dench canlandırıyor. James Bond’un amiri M’e bile anlam katmayı becerebilen D. Judi’nin Philomena’da neler yapabileceğini düşünün! Savaş sonrası ortamında yetişen, günlük gazete olarak bazen fantastik denebilecek haberler yayınlayan tabloid Daily Mail’i ve edebiyat niyetine pembe dizileri okuyan, büyük bir travma geçirip hayata karşı bilenmiş ama saflığını korumuş, Katolik alt orta sınıf Britanya kadını! Dench onun oğlunu ararken yaşadığı çelişkileri, korkularını, kuşkularını, içgüdüleriyle iradesi arasında kalışını, alıştığı hayatın dışına çıktığında her deneyimi bir çocuk gibi yaşamasını bütün ayrıntılarıyla mükemmel ötesi canlandırıyor.
İZLEYİCİYİ AVUCUNA ALIYOR
Ukala, ironik Sixsmith rolünde S. Coogan da çok iyi. Britanya sahnelerinin ve televizyonunun entelektüel ve siyasi Cem Yılmaz diye tarif edilebilecek komedyeni Coogan, senaryoyu J. Pope ile birlikte yazdı, yapımcısı da oldu. Coogan, Sixsmith’in gelgitlerini, kaybettiği özgüvenini ve kendi kendisiyle alay edebilme kabiliyetini ustalıkla yansıtıyor. Philomena ve kayıp oğlunun öyküsü hakiki bir trajedi. Ama film dokunaklılığını zedelemeden, dillere destan Britanya mizahını elden bırakmıyor. İki karakter arasındaki sınıfsal ve kültürel farklılıklardan doğan küçük çatışmalar, Sixsmith’in Philomena’nın hiç anlamadığı ironisi izleyiciyi bol bol güldürüyor. Diyalogların iki oyuncunun müthiş performanslarına layık olduğunun altını çizelim. Tabii Frears’in biçem açısından gösterişsiz hatta varlığını hissettirmeden izleyiciyi avucuna alan mizanseni var.