Sol-Kemalist çizgide yayın yaptığını (geçiniz) ifade eden Halk TV’nin parlattığı imza kampanyasına imza koymuş o şahıslarla sohbet masasına otursanız, söylediklerinden ne kadar aydın, solcu, Kemalist falan filan olduklarını sanırsınız, ama yalan…
Gazi’nin döneminde, “Suriye’den derhal elinizi çekin, askerler evine dönsün” başlıklı bir bildiriyle ortalığa dökülseydiler, kendilerini ünlü İstiklal Mahkemesi’nin önünde bulurdular, artık sonrasını hesap bile etmek istemem.
Düşünün, bir kurucu lider var, Misak-ı Milli’yi, yani Kurtuluş Savaşı’nın siyasi manifestosunu oluşturmuş, bu manifestonun Suriye sınırlarını kendi belirlemiş, miras bırakmış, bu arada hastalığının en ağır seyrettiği günlerde bile, Hatay’ı vatan topraklarına katmak için büyük mücadele vermiş.
Kendine hem “Atatürkçü”(!) deyip, hem de “Ne işimiz var Suriye’de?” diye soranlara bir tek soru sorun: Mustafa Kemal’in ne işi vardı Hatay’da, neden Hatay pazarlığına Afrin’i dahil etmişti ve Kurtuluş Savaşı’nın ana zeminini oluşturan Müdafa-i Hukuk cemiyetlerinden ilki, Gazi’nin teşvikiyle, Halep, hem de El-Bap’da kurulmuştu?
Misak-ı Milli’ye saygı duymayan kendine nasıl “Mustafa Kemal’in askeri” etiketini layık görür, geçiniz.
Bu ülkede sol-Kemalist görünümlü bir hareketin neferliğini yapanlar, emperyalist işbirlikçiliğiyle Gazi’nin aziz mirasını bir potada harmanlayacaklarını düşünüyorlar, bu mümkün mü, hayır!..
Mustafa Kemal’in partisine el koymuş bir kadro, Amerikan emperyalizminin proje örgütleri FETÖ ve PKK ile ittifakı olağan siyaset olarak yutturabilir, buna karşı çıkan bir başka kadro da memleketi, artık kanlı emperyalist devlet kimliğini saklamayan Rusya ve kurumlarına peşkeş çekmeye kalkabilir, bütün bu çabaları elimizin tersiyle silip atmakta kararlıyız.
Mustafa Kemal’in mirasına sahip çıkmak, tam bağımsız Türkiye hedefinde, Kuvvayı Milliye ruhuyla, Ahd-i Milli zemininde yürümek demektir.
Tartışmayız.
· BAKIN, TARİH NE DİYOR…
Milli Yemin (Ahd-i Milli), vatan topraklarının her karışının işgale uğradığı günlerde, 28 Ocak 1920’de son Osmanlı Meclis-i Mebusanı’nda kabul edildi, 6 maddedir, Türk vatanını, bağımsızlığını ve hedeflerini tarif eder.
Sömürgecilerin bu metne tepkisi, 16 Mart 1920’de İstanbul’un işgali, Meclis-i Mebusan’ın lağvedilmesidir. Dava, Gazi sayesinde önce Erzurum-Sivas Kongreleri’ne, sonra da 23.Nisan 1920’de çalışmalarına Ankara’da başlayan Meclis’e taşınmıştır.
Esasen, Misakı-ı Milli, Mustafa Kemal’in, karargahı Adana’da, Yıldırım Orduları Grup Komutanı olarak 3 Kasım 1918’te 2’nci ve 7’nci Kolordulara gönderdiği telgrafla belirlenmişti.
Şöyle der o telgrafta: "Suriye Vilayeti'nin kuzey hududu, Lazikiye’nin kuzeyinden ve Han Şeyhun'un güneyinden geçerek doğuya doğru (Deyrizor’un güneyine) uzayıp gitmektedir."
Gazi bu tanımlamayı, Ocak 1920’de yayınladığı emirde şöyle geliştirir: "Lazikiye'nin kuzeyinden başlayıp Harim ve Tel-Rıfat'ın güneyinden geçerek Sacur Nehri'ne ulaşarak oradan da yine Deyrizor’un güneyinden geçerek Musul-Kerkük ve Süleymaniye'nin güneyine ulaşmıştır.”
Türkiye açısından ana kriter harita budur.
Mehmetçik bugün, Gazi Mustafa Kemal’in miras bıraktığı topraklarda, onun emaneti üniforması, bağımsızlık ülküsü ve onuru ile görev yapmakta, yeri geldiğinde vatan için şehit olmaktadır.
Bu bilgileri, değerli tarih araştırmacısı Enes Demir’in "Yeni Belgeler Işığında Vazgeçilmeyen Topraklar Misak-ı Milli" kitabına borçluyuz, Osmanlı, Cumhuriyet, özellikle de Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüt Başkanlığı arşivlerine girdi, bu başucu eseri ortaya çıkardı.
O bildirinin sahipleri okumuş mudur, sanmam, okusalar, Mustafa Kemal’in mirasına bu kadar kolay ihanet edemezlerdi…
· 1922’DE ÇEKİLMEK ZORUNDA KALDIK…
Mustafa Kemal, Suriye’de görev yapmış bir kurmaydır, o coğrafyanın önemini ve kimliğini çok iyi bilir.
Arşivler, Türkmen Bayırbucak bölgesi, Halep-İdlib ve Çobanbey-Afrin hatlarını özellikle, “yoğun Türk nüfus barındırması” nedeniyle “vatan toprağı” kabul ederek mücadeleyi sürdürdüğünü gösteriyor.
Uzun anlatacak değilim, açın okuyun, adam olun.
Enes Demir’in kitabı bize, Rakka, Haseke ve Afrin’de Milli Mücadele’nin yapıldığını Kuvvayı Milliye ordusunun da 1 Ocak 1922’ye kadar burada bulunduğunu hatırlatıyor. (Yunan Sakarya’ya kadar gelmemiş, Büyük Taarruz hazırlığı olmasa, kalmaya da devam edecekti.)
· İŞGALCİ DEĞİLİZ AMA…
21’nci yüzyılın bu döneminde, Rusya gibi 19’ncu yüzyıl refleksleriyle hareket edecek değiliz.
Yani… Dedelerimizin süngüyle çizdiği, Lozan’da kabul edilmiş sınırlarımızın dışında bir macera arayışında değiliz.
Ama… Mustafa Kemal’in belirlediği Misak-ı Milli’nin içinde Anadolu’yu tehdit edecek herhangi bir oluşuma izin vermemiz mümkün değildir.
Bu asla olmayacak…
Ne PKK üzerinden Amerikan emperyalizminin, ne soykırımcı Esed rejimi üzerinden Rus emperyalizminin Misak-ı Milli Suriye-Irak hattında yerleşmesine izin vermemiz, o bölgelerde Anadolu için yumuşak karın oluşmasına kapı aralamamız mümkün değildir.
Bu nedenle…
İdlib’le birlikte Barış Pınarı Harekatı tamamlanmalı, Kamışlı-Ayn el Arab hattı tamamen temizlenmelidir.
Ben demiyorum, tarihin içinden Mustafa Kemal konuşuyor…