Muhafazakâr mahalleyi terk ettiler. Oysa bir dönem bu aidiyetle kabul gördüler, tanındılar, önemli rollere sahip oldular. Bir mahallenin dar ve zor imkânlarıyla çıkan gazete ve dergilerinde yazdılar. Burada yetiştiler. Türkiye'nin egemen yazar ve gazetecileriyle beraber tartışmalarda yer aldılar. Oysa egemenler şimdiye kadar onlardan kimseyi arasına almıyordu.
Fatih Camii'nin kenarındaki çay ocaklarında ve duvar diplerinde yoklar artık. Sultanahmet'e çıkan Divan Yolu'ndaki dernek ve kafelerde de oturmuyorlar. Mahallelerini de semtlerini de değiştirdiler. Kulaklarına küpe taktılar. Dini ve muhafazakârlığı çağrıştıran bütün sembollerden soyundular. Bununla da yetinmediler. Kendilerini yeni beyaz Türk görüyorlar artık. "Esmer Türk" olmayı çağrıştıran her şeyden uzak bir şekilde kendilerini inşa etmeye çalışıyorlar. M. Jackson gibi derilerini beyazlatmanın peşindeler. Epeyce moda olan trans-cinsiyet tutumlarına, onlar da trans-kültürel kimlikleriyle eşlik ediyor.
Yeni bir tür. Bedenlerini yeni kültürleriyle inşa ediyorlar. Sakal biçimleri ve küpeleri bunun en etkileyici simgeleri. Hoşgörü ve empati anlayışları fanatikliği ile devam ediyor. Ancak bu fanatiklik kendi mahallelerine karşı. Mesela eşcinsellere gösterdikleri nezaket ve empatiyi muhafazakârlara göstermiyorlar.
Küçük tanrı ayaklarındalar. Olimpos Dağı'nın eteklerinde zevke dalan, birbiriyle kavga eden, şarap törenleri düzenleyen tanrılar... Kibirleriyle bu tanrı arketiplerinden ilham alıyorlar. Bu ilhamları onları elitizme savuruyor. İçinde doğdukları ve yükseldikleri sosyolojiyi inkârla elde edilen bir elitizm...
Bilgili ve hatta filozof olduklarını düşünüyorlar. Bu nedenle muhafazakârlara ve dindarlara yukarıdan akıl vermekten geri durmuyorlar. Nasıl davranmaları lazım geldiğini söylüyorlar. Hatta kimi kez de övüyorlar. Düşünürdünüz, okurdunuz, demokrattınız... Sanırsın İslamcılara âşık olmuşlar! Birisi de demiyor ki bu kadar seviyorsan neden kaçtın mahallenden? Neden siyasal İslam etiketini yapıştıranlarla kol kola geziyorsun? Oyun elbette! Başka bir konuşmada da muhafazakârların ne demokrat ne de özgürlükten yana olduklarını söylerler. Muhafazakârları paradokslarıyla vurmak istiyorlar. Yollarını açmak, paradokslarını aşmada onlara yol göstermek gibi bir dertleri de yok, bir niyetleri de.
Firari zihni sanırsınız ki üç kuşak konak aristokrasisinde yetişmiş. Taşralı olmak, gayri medeni olmak ve sonradan görmekle suçluyorlar muhafazakârları. Yeni mahallelerinde kabul görmek için bütün geçmişlerini inkâr ediyorlar. Bu da yetmiyor. Geldikleri yeri öteki olarak inşa ediyorlar. Yeni misyonlarından biri de bu. Sakalıyla, başörtüsüyle, ağzından düşürmediği dini kavramlarla muhafazakârları dövmek ve yeni sakinlerine hizmet etmek... Ayasofya'nın ibadete açılmasına karşı çıkma rolünü, Batıcılar adına onlar üstleniyor. Ayasofya'da çorap koktuğundan bahsediyorlar. Elitizmin aşağılama diline onlar da katılıyor. Geç kalmış bir kültürel lümpenlik!
Çoğu zaman üzülüyorum zihni firarilere. Çünkü idealleri için terk ettiklerini düşünerek gittikleri mahalle, onlara İslami idealleri biçimsizleştirme rolünü vermiş. Yoksa gittikleri mahallenin düşünce düzeyine katkı sağlayan ve daha üst bir düşünce yolu açarak yürüyen insanlar olsa sevineceğim. Tamamlanamayan düşüncenin kızgınlık ve öfke patlamaları... Oysa bırakın muhafazakar mahallemizi, ülkemizin düşünce yürüyüşünü tamamlayan insanlara ihtiyacı var. Mahalleler arası ve mahalleler üstü düşüncelere kanatlanmalıyız. Bunun için mahallelerimizi ve babalarımızı inkâr etmek gerekmiyor. Biz samimi olan köylü ve taşralı babaların-anaların şehirlerde yükselen, mücadele eden ve bilgi peşinde koşan evlatlarıyız. Her zaman dualarında yıkanırız!