Çin ile Savaşmak mı, Çevrelemek mi? II
Amerika'da başkanlık seçimleri Cumhuriyetçi Parti'den ikinci dönemi için aday olan Donald Trump'ın 'ezici' çoğunluğu almasıyla sonuçlandı ve Amerikan seçim sistemini tanımlamada kullanılan o meşhur deyiş hiç olmadığı kadar vücut buldu: Kazanan hepsini alır. Ve öyle de oldu ancak 'kazanan' Donald Trump, 47. Amerikan Başkanlığı yanında Kongre ve Senato yani 'süper çoğunluğu' elde ederek tarihi bir başarıya imza atmış oldu.
Halihazırda birinci başkanlık döneminin hatırası hafızalara kazındığı için hemen hemen herkesin aklında aynı soru şekillendi: ABD dış politikası ne olur? Yalpalama sürer mi?
Çin ile 2026 yılına kadar savaş olasılığına hazırlıklı olma 'eksenli' Amerikan Deniz Kuvvetleri Seyrüsefer Planı yazısının üzerinde dumanı tüterken kendini 'realist bir uluslararası ilişkiler teorisyeni' olarak tanımlayan Chicago Üniversitesi Siyaset Bilimi Profesörü John Mearsheimer'den ilginç tespitler içeren röportajı incelemeye devam edelim.
'Ciddi kriz' noktası olarak da sıcak savaşa giden yoluna döşenebilecek dört 'alev alma' noktası tanımlıyor. Bunların ilki tabii ki Tayvan iken bunu sırasıyla kriz potansiyeli en yüksek yer olan Güney Çin Denizi ve Japonya'nın müdahil olduğu Doğu Çin Denizi meselesi ile hafife alınmaması gereken Kore Yarımadası meselesi izliyor. Şimdi daha iyi anlaşılıyordur 'seyrüsefer planı'nın neden ABD Deniz Kuvvetleri tarafından hazırlandığı. Ne diyoruz hep yazılarımızda, 21. Yüzyıl denizler yüzyılı; denizlere hakim olan dünyaya hakim olur.
Öne çıkan tespitlerinden bir diğeri ise 'ideolojik retoriğin' bu ülkelerce pozisyonlarını 'meşrulaştırmak' için kullanılmasına rağmen rekabetin aslında 'ideolojik' değil, 'güç dengesindeki değişim' ile daha da güçlenen Çin otoriterliğine/komünizmine karşı ABD liberal demokrasisi arasında olduğu. Burada tipik bir realist kötümserliği var diyebiliriz.
İşbirliğine dayalı bir düzenlemeden yoğun rekabetçi ilişkiye geçişin ideoloji ile değil ancak ve ancak 'güç dengesindeki değişimle açıklanabileceği' argümanı oldukça reelpolitik tabii. Bunu temellendirmede ise ABD ve Çin arasında 1991-2017 arasında var olan yoğun işbirliği ve angajmanı gösteriyor ve yaşanan değişimin ideoloji ile açıklanamayacağını savunuyor.
Bunun ise endişe verici olduğunu çünkü yine realist meşhur 'hayatta kalma' mevzuuna konuyu bağlayarak 'güç dengesi hakkında endişelenmezseniz uluslararası sistemde hayatta kalamazsınız' diyor. Burada bir tür Bush döneminin 'çerçeve' kavramı olan 'şer ekseni' tabirini anımsatan 'uluslararası sistemdeki son derece 'saldırgan ve tehlikeli devletler' var ve kendinizi korumak için güçlü olmak zorundasınız' deyişiyle 'güç' temelli analizin dibine vuruyor 'realist bir uluslararası ilişkiler teorisyeni' olarak.
Ve 2016 seçimlerinden zaferle çıkan ve yeni dönemde de Cumhuriyetçi Parti'den 47. ABD Başkanı seçilen Donald Trump ile özdeşleşen o meşhur tabire değinmeden de geçmiyor Profesör Mearsheimer: 'Ticaret savaşı'. Buna dair de görüşlerini şöyle dile getiriyor Profesör Mearsheimer: "Biden hükümetinin yarı iletkenlere getirdiği sınırlamalar dahil olmak üzere ABD, Çin'in ekonomik özellikle sofistike teknolojilerdeki yükselişini engellemeye kararlı. Bu 90'larda ya da 2000'lerde olabilirdi. Bu vergi ve sınırlamalar kısa vadede faydalı olsa bile uzun vadede ABD ekonomisine Çin ekonomisinden daha fazla zarar verecek."
Sanki tarih tekerrür ediyor, üst bir otoritenin bulunmadığı sistemde iklim ve nükleer meselesinde yine de 'yoğun güvenlik rekabeti gölgesinde' gerçekleşen işbirliği yerine rekabetçi ilişki tansiyonu yükseltiyor ancak bu kez 'çevrelenen' 'Asya'yı domine etmesi gereken' Çin, olası kaybetme olasılığı yüksek olan ise 'Batı yarımküreyi domine eden' ABD gibi görünüyor. Değişmeyen tek şey ise 'caydırıcı' gücün hala 'nükleer' olması tabii öncesinde Ukrayna ve/veya Orta Doğu coğrafyasında bir el o kaldıracı kullanılamaz hale getirici 'yöneticilerin çılgınlığı' argümanını doğrulayıcı 'korkunç' bir hamle yapmaz ise...