Bir kitap nelere kâdir olabiliyor...
Thomasadlı genç bir Amerikalı... Hukuk eğitimi alıyor... Kitap hastasıdır ve odası öğrenci harçlığıyla aldığı kitaplarla doludur... Uğradığı kitapçı dükkânlarından birinde o güne kadar hiç merak etmediği bir konuyla ilgilenmesini sağlayacak bir kitapla karşılaşıyor: Kur’an-ı Kerim’in İngilizce tercümesiyle...
Sıradan bir olay gibi mi geldi size? Gelmesin... Çünkü olay günümüzde değil 1765 yılında geçmektedir ve önadını vermekle yetindiğim hukuk fakültesi öğrencisi gencin tam adı Thomas Jefferson’dur... ABD’nin üçüncü başkanı ve ‘Bağımsızlık Bildirgesi’ adlı metnin yazarı... 22 yaşındaki Thomas’ın gününe göre ve seleflerinden farklı olarak sergilediği ‘dini hoşgörü’, büyük ihtimalle, Kur’an-ı Kerim’le erken tanışması sayesindedir...
Tahmin edeceğiniz gibi bu benim iddiam değil. Yeni çıkan ve daha çıkmadan geniş tartışmalarla karşılanan ‘Thomas Jefferson’s Qur’an’ adlı kitabınyazarı Denise A. Spellberg, Jefferson’un çağdaşlarıyla yaptığı tartışmalar ve arkasında bıraktığı metinlere dayandırarak bu tezi savunuyor...
Kur’an okumuş, kısa süre de olsa Avrupa’da ülkesini diplomat olarak temsil etmiş, beş dil bilen bir aydın sıfatıyla Jefferson (1743-1826), henüz birliğini tamamlayamamış, eyaletlerin birbiriyle yetki mücadelesi verdiği, ‘eşitlik’ fikrinin tam yerleşmediği, köleliğin hüküm sürdüğü bir dönemde elbette pek çok tartışmalı konuda ikircikli davranacaktı. Öyle de oldu. Sözgelimi, köleleri vardı ve hayatı boyunca onları azat etmeyi de düşünmemişti; ama köleliğe şiddetle karşı çıkanlar arasında tereddütsüz yerini aldı...
Vaktiyle odamın duvarını uzun süre süsleyen bir cümle onundur: “Bir kölenin en büyük arzusu azat edilmek değil, kendisine ait bir köleye sahip olmaktır...”
Austin’deki Teksas Üniversitesi’nden Doç. Spellberg Kur’an okumuş olmasının onun Müslümanlara hoşgörüyle bakışını etkilediği görüşünde. Yalnız o kadar da değil, ‘Bağımsızlık Bildirgesi’ de dahil olmak üzere kaleme aldığı birçok metinde Kur’an okumuş olmasının etkisine de inanıyor Bn. Spellberg...
Jefferson’un ülkesinde yaşamakta olan az sayıdaki Müslüman için eşit hak taraftarı olduğu biliniyor aslında. Bir ara devlette görev almak için dini bilgi sahibi olma gerekliliği konusu tartışılır, bırakın Hıristiyanlık-dışı dinleri Katolikliği bile dışlayıcı tavır alınırken, sesi gür çıkmayan birileri de, “Bir Musevi, bir Türk, hatta bir tanrıtanımaz bile başkan olabilir” tezini ısrarla savunuyordu.
O cümlede geçen ‘Türk’ sözcüğü dönemin kabulüne göre ‘Müslüman’ anlamını taşıyor...
‘Kurucu babalar’, özellikle Jefferson, ‘eşitlikçi’ tavır aldıkları için başlangıçta güçlü görünen tez başarı kazanamadı.
Ne kadar hazin bir durum değil mi? Bundan 250 yıl önce tartışılmış ‘Müslümanlar eşit haklara sahip olsun mu?’ türü bir konu, bugünün Amerikası’nda, artık hiç tartışılmadan Müslümanlar aleyhine bir kabule yol açabiliyor... Oysa, aynı dönemlerde, Jefferson’un bir süre kaldığı Avrupa’da, İslâm dini aleyhine cereyanlar esiyor, yayınlar yapılıyor, piyesler sahneye konuluyordu.
İslâm’ın Peygamberi’ni hedef alan bir piyes ABD’ye kadar yol bulup, 1782’de, Maryland’ta bile sahnelenmiş...
Avrupa’da yaygın ‘Türkler (Müslümanlar) en büyük düşmanımız’ yaklaşımına cevap olarak, Jefferson, “Onların diniyle bizimki arasında farklar olsa da, bu bizi kendilerini düşman kabul etmeye sevk etmez; onları da Tanrı yaratmıştır ve bizden farkları yoktur” diye yazmış...
Londra’da tanıştığı bir diplomat Washington’a ilk ‘Müslüman ülke büyükelçisi’ olarak atandığında başkan seçilmiş Jefferson kendisini yemeğe davet etmiş... Ramazan olduğundan akşam yemeği saati gün batımına göre ayarlanmış...
Son yıllarda her Ramazan’da Beyaz Saray’da iftar veriliyor ya, Jefferson’un başlattığı bir gelenek o...
Genç hukuk öğrencisinin satın aldığı kitabın etkisiyle kurulduğu halde bugün İslâm Dünyası’na şaşı bakıyor Amerika; insan şaşırmadan edemiyor doğrusu...