Fareed Zakaria: "Amerikalıların çoğu ülkelerinin düşüşte olduğunu düşünüyor."
Nail Ferguson: "Sürekli açık veren bir hükümet ve şişirilmiş bir ordu. Seçkinler tarafından iteklenen sahte bir ideoloji. Sıradan insanlar arasında kötü bir sağlık. Tanıdık gelmiyor mu?"
Donald Trump: "Batıyoruz, ekonomimiz, para birimimiz çöküyor. (...) Biz düşüşte olan bir milletiz."
Richard Wolf: "Amerika Birleşik Devletleri çaresiz durumda. Bu arada insanların bunu içeriden görmesini istiyorum. Eğer sadece dışsal olsaydı bunları söylemezdim. Ama bu aynı zamanda içsel. Trump gibi bir karakterin başkan olmasının sebebi de bu."
Bu ve benzeri yorumlar çok sık rastlanıyor Amerika'da.
Biz, mutlak güç vehmettiğimiz Amerika hakkında böyle yorumlar karşısında biraz afallıyor, hatta bu noktada yorum yapanları küçümsüyoruz.
Ama Amerika'da ciddi bir tedirginlik var.
Biraz önce art arda sözlerini sıraladığım kişiler farklı perspektiften konuyu ele alsalar da geçen yazılarımdan birinde dile getirdiğim çöküş, düşüş, gerileyiş yani decline ve çaresizlik yani desperation kelimelerini çok sık kullandıklarına şahit oluyoruz.
Sol kesimden Richard Wolf söz gelimi, çaresizliğin boyutunu ifade ederken, Trump gibi hem tacizci hem de tutarsız bir siyasetçinin bu kadar oy almasını ABD sisteminin çaresizliğinin göstergesi olduğunu söylüyor.
Ama aynı şeyi, Amerikan müesses nizamının yayın organlarından "Foreign Affairs" yazarlarından biri olan devşirme Fareed Zakaria da söylüyor. Aralık 2023 tarihli "Kendinden Şüphe Eden Süper Güç" başlıklı yazısında Zakaria, "2016'da Amerika kampanyasını karamsarlık, kasvet üzerine kurulu bir politikacıyı, Trump'ı seçti. Şimdi yine aynı süreç işliyor. 'İn decline düşüşte olan bir ulus.' söylemi üzerinden kampanyasını yürütüyor."
Tump, bütün kampanyası boyunca "çöküşteki, düşüşteki bir ulustan" bahsetti ve Amerika'nın dünyanın yükünü bundan sonra çekmemesi gerektiğini anlattı.
Bu söylemin karşılık bulduğu kesin. Hatta öyle ki, çoğunluğu Demokratlar tarafından yapıldığı söylenen manipülasyonlara da bakacak olursak, hani iki yazı önce bahsettiğim "iç çatışma" sürecini tetikleyecek derecede etkiledi Trump'ın söylemleri.
Tarihçi Nial Ferguson bütün bu yaşananları Sovyetler Birliği'nin çöküşü öncesi yaşananlara benzetiyor ve "durum daha da kötüleşiyor" diyor. Buraya gelmişken bir başka tarihçi Harold James 2020'de "Geç Sovyet Amerika" başlıklı bir yazı kaleme aldığını da not düşeyim şuraya.
Tabi bütün bunlar bizi rahatlatmasın. ABD'nin çöküşü, bu mantıkla bizim kurtuluşumuz değil çünkü. İmparatorluklar çökerken kaos daha da derinleşir ve şimdiye kadar sistemin içinde -söz gelimi borç ekonomisi çerçevesinde ekonomisini örgütlemiş devletler yeniden dağıtım mekanizmasını oluşturamazlarsa, ancak ve ancak çatışma üretirler. Bu bütün devletler için geçerli bir sorun.
Bir kere şunu söyleyeyim... Hangi aday kazanırsa kazansın, dünya, eski dünya olmayacak. İmmanuel Wallerstein'ın "bildiğimiz dünyanın sonu" sözünden mülhem "bildiğimiz Amerikan düzeninin sonunu" daha çok konuşacağız.
Neden?
Richard Wolf'un dediği gibi, Amerikan İmparatorluğu'nun hem içeride hem dışarıda çok büyük sorunları var. Bu sorunları aşmak için, ya Trump'ın mantığıyla Atlantik'in gerisinden dünyayı yönetecek ya da Demokratların deyimiyle dünya ölçeğinde yeni bir düzen tesis edilecek. Ama her iki durumda da ABD hem politik hem mali açıdan çaresizlikler yaşıyor.
Dolayısıyla kim kazanırsa kazansın, 35 trilyon dolarlık borç, savunma bütçesini aşan faiz ödemeleri, spekülasyon ve manipülasyona dayalı finansal sistem ve dünya ölçeğindeki krizler, bizim başka bir dünyaya uyanmamıza neden olacak.