Suriye’ye gerçekleştirilecek askeri operasyon konusunda az çok netleşen eğilim ABD’nin bunu tek başına yapma niyetinde olduğu, müttefikleriyle bir koalisyon oluşturmaya ihtiyaç duymadığı yönünde. Belki sembolik anlamda ve kâğıt üzerinde bir koalisyon oluşturulup ilan edilebilir ama “sınırlı” olması planlanan harekâtı gerçekleştirmek için Akdeniz’deki Amerikan hava gücünün fazlasıyla yeterli olduğu düşünülüyor.
Şimdi cevabı merak edilen soru şu: ABD’nin bugün yarın yapması beklenen askeri operasyon neticesinde Suriye’deki rejimin değişmesini beklemek doğru mu? Her ne kadar kendileri bunun “sınırlı” olacağını ilan etmiş olsalar da bazı dış politika uzmanları “Washington böylesine önemli bir konuda askeri bir adım attıktan sonra nihai çözüme ulaşmak ister” diye düşünüyorlar. Bu doğrultuda Suriye’ye karşı gerçekleştirilecek askeri operasyon neticesinde Esed yönetiminin ve dolayısıyla Rusya ve İran’ın çözüme zorlanmasının hedeflendiği iddia ediliyor.
Buna göre ABD bu harekâtla Suriye devlet güçlerinin özellikle hava kuvvetlerinin savaşma kabiliyetini ortadan kaldırarak sonraki aşamada toplanması beklenen İkinci Cenevre Konferansı’na bir tür “İkinci Dayton” işlevi kazandırmak amacında. Yani askeri kabiliyeti sınırlanmış veya imha edilme tehdidiyle karşılaşmış olan Esed yönetiminin masada karşı tarafın taleplerini kabule zorlanmasından söz ediliyor.
Ne var ki mevcut denklemi oluşturan birçok faktörü ihmal ettiği için gerçekçi olmaktan ziyade iyimser görünen bu beklentinin gerçekleşmesi kolay değil. Çünkü Suriye’nin Bosna veya Kosova gibi örneklerden farkı buradaki vekâlet savaşının niteliğiyle ilgili.
Bosna’da da Sırpları destekleyen Ruslar, Hırvatları destekleyen Almanlar ve Boşnakları destekleyen Türkiye vardı. Ama orada kimliklerinin sınırları ve hatta yaşadıkları coğrafi alanlar bile belirli olan üç ayrı toplum arasındaydı mesele. Suriye için aynı şeyi söylemenin imkânı yok. Oradaki toplum yapısı da ortada, savaşan tarafların karmaşık nitelikleri de.
Diğer yandan, dünyanın tek kutuplu sisteme geçtiği, yani ABD’nin yegâne küresel güç olarak varlık sürdürdüğü bir dönemi bugünün dünyasıyla karşılaştırmanın da bazı mahzurları olabilir. Washington’un o günkü konumu böylesine bir vekâlet savaşının düğümünü İskender’in kılıcıyla çözmeye fazlasıyla el veriyordu.
Bugün ABD’nin böylesi bir kabiliyeti olmadığı gibi Washington’daki karar alıcıların en büyük endişesi Suriye’deki mevcut rejimin devrilmesi durumunda yerine gelecek yönetimin Amerikan çıkarları bakımından ne ölçüde tercihe şayan olacağının kestirilememesi...
Malum, Suriye’de yaşananları tanımlamak için “proxy war” (vekâleten savaş) terimi ortaya atıldığında buradaki iç savaşın bir tarafında ABD ve bölge müttefiklerinin, diğer tarafında ise Rusya ve İran’ın olduğu söyleniyordu. Genel çerçeve itibarıyla doğru. Ama Esed rejimini ortadan kaldırmak için savaşan güçlerin kendi aralarındaki iktidar mücadelesinin de “vekâlet” boyutu olduğu bir o kadar gerçek.
Burası bizi de yakından ilgilendiriyor... Türkiye, bilindiği gibi Suriye’de dışarıdan bakanların “ılımlı ve demokrasi yanlısı” diye tarif ettikleri “yerli” bir anlayışı temsil eden geleneksel Müslüman Kardeşler çizgisindeki muhalefeti destekliyor. Yakın zamana kadar Arap dünyasındaki toplumsal hareketlenmelerde çok aktif bir rol üstlenmiş olan Katar da aşağı yukarı Türkiye ile paralel pozisyondaydı. Bağlantılı olarak yine bu iki ülkenin desteğini alan Mısır’daki Mursi yönetimi veya Filistin’deki Hamas yönetimi gibi unsurlar da Ankara ve Doha’nın Suriye’de izlemekte oldukları politikaya destek veriyorlardı.
Yakın zamanlarda Katar yönetiminde anlamlı bir değişiklik gerçekleşti ve bu ülkenin bölgeye yönelik politikalarının artık Suudilerle ters düşmeyecek bir yöne doğru çevrilmekte olduğu yorumları yapılıyor. Mısır’daki İhvan yönetiminin başına gelenler malum. Hamas yönetimi de artık Katar’dan ziyade Suudilerin borusunun öttüğü bir bölge gerçeğinin farkında görünüyor.
Dolayısıyla Türkiye’nin bugüne kadar hem bölge genelinde hem de Suriye konusunda izlediği siyasete verilecek desteğin eskisinden daha güçsüz olacağını düşünmek karamsarlık olmaz.
Uzun sözün kısası: Bugün yarın gerçekleşmesi beklenen Amerikan askeri harekâtının Suriye’deki rejimin devrilmesine yol açmasını ummak gerçekçi görünmüyor. Ama rejimin şu veya bu şekilde değiştirilmesi mümkün olsa bile böyle bir harekât neticesinde ne Suriye’de iç barışın yeniden tesisi ne de bölgedeki kutuplaşmaların ortadan kalkması beklenmemeli maalesef.