Türkiye'yi güney sınırlarından, Irak ve Suriye içinden sürekli rahatsız eden, silahlı gruplar ve terör odakları, eylemlerini sabır taşını çatlatacak boyutlara tırmandırıyorlardı. Türkiye de bu saldırı ve terör eylemlerinin faili olan odakları zaman zaman vuruyordu.
Son olarak, üç gün önce de, 'Pençe -Kılıç' adı verilen 'hava harekâtı' başlatıldı. Hem Kuzey Irak'taki terör yuvaları vuruldu, hem Kuzey Suriye'dekiler.. Sivil halkın zarar görmemesi için azamî dikkat gösterilerek..
Ama, ilginçtir, sadece dışarıda devamlı olarak Türkiye aleyhinde bir hava oluşturmayı iş edinmiş medya çevreleri değil; ülke içinden bir çok odaklar da, emperial güç odaklarının yerli ajanları ve 'gönüllü kuklaları' olarak, Türkiye'nin o terör yuvalarına karşı kimyasal silahlar kullandığına dair iddiaları uluslararası ajanslara ve medya kuruluşlarına bildirerek ve dijital iletişim imkânlarından faydalanarak, bir propaganda hücumu başlatıyorlar. Bu cümleden olarak, dün Meclis'de M. Savunma Bakanı Hulûsî Akar'ın izahlarına karşı, bir muhalefet m. vekili gibi değil de, adetâ bir düşman gibi saldıran HDP ve CHP'lilere, Meral Hanım'ın bir milletvekilinin de eklenmesi daha bir düşündürücü..
Öte yandan, terör odakları da boş durmuyorlar; Suriye-Türkiye sınırına yakın noktada bulunan Anteb bağlı Karkamış ilçesine, sivil hedeflere atılan roketler sonunda şu ana kadar 5 kişi vefat etmiş bulunuyor. Bu cümleden olmak üzere, Ayşe Nur Alkan isimli, 3 aylık bir öğretmen olan hanım kızın ve bir başka roketin isabet ettiği bir evde de 5 yaşında bir çocuğun can vermesi, gerçekten de yürek parçalayıcı.. Her iki kurbanın anne-babalarının, vakarlarını korumalarına hayran kaldım.
22 yaşındaki bu hanım öğretmenin, sınıfındaki çocukları sığınağa indirmesinden sonra, 'geride kalan var mı?' diye yukarı çıktığı bir sırada, okula bir başka roketin isabeti dolayısiyle can vermesi.. Hepimize karşı beslenen düşmanlığın kurbanı olan bu can kayıplarını yaşayan ailelerine, geride kalanlarına sabırlar diliyor, acıları kendi yüreğimizde de hissettiğimizi belirtmek istiyoruz.
*
Bu arada, dün, Türkiye'ye gelen Almanya İçişleri Bakanı Nancy Faeser, 'Terörle mücadele konusunda Türkiye'nin çabalarını büyük bir anlayışla karşılıyoruz' dedikten sonra, 'Fakat şunu da söylemek gerekiyor ki bütün bu hususlarda, alınan önlemlerin atılan adımların orantılı olmasını göz önünde bulundurmak gerekir ve sivillerin korunması gerekir. Özellikle şiddetin tırmandırılmaması konusunda da hassas davranılması gerektiğini düşünüyoruz." diyerek, 'Pençe-Kılıç Harekâtı'na da imâ yoluyla eleştiri getirmeye kalkışması üzerine, İçişleri Bakanı S.Soylu'nun, 'Polonya'ya iki bomba düştü diye NATO ayağa kalktı. İstiklal Caddesi'nde mâsum insanlar öldürüldü. O insanlara hiçbir tepki gösterilmedi.. İnsanlar, coğrafyalarına, dinlerine, yaşadıkları bölgelere göre ayrıştırılamazlar. İnsan hakları dünyanın her yerinde insanlara aiddir." ifadelerini kullanması ve, 'Almanya'ya ya da dünyanın herhangi bir yerinde bir terör saldırısı olduğunda ne düşünüyorsak etrafımızdaki coğrafyadaki terör örgütlerine karşı da aynı şekilde düşünülmesini istiyoruz. Etrafımızda bir terör devleti kurmak istediler. Ve bizim buna müsaade etmemiz mümkün değildir. Sınırlarımızı, milletimizi korumak bizim borcumuz ve ödevimizdir. Bu her ülkenin meşru hakkıdır." demesinden sonra tekrar söz alan Faeser, "Türkiye ile terörle mücadele konusunda Türkiye'nin yanındayız. Fakat aynı zamanda bu tepkinin bu mücadele sırasında verilen tepkilerin orantılı ve Birleşmiş Milletler hukukuna uygun ve sivillerin korunduğu operasyonlar olması gerekir.' diye dikleşme eğilimini sürdürmek isteğini sergiledi. Halbuki, Faeser, 'Türkiye'nin bu harekâtının, 'Birleşmiş Milletler Antlaşması'nın 51'inci maddesinden doğan meşru müdafaa hakları doğrultusunda gerçekleştirildiğini' elbette biliyordu.
*
Bu arada, B. Amerika'nın dün sabah ve öğle sonrası olmak üzere, iki farklı açıklama yapması, Türkiye'yi hem frenlemek, hem de tamamen yitirmemek konusundaki çelişkilerini yansıtıyordu. USA Dışişleri Bakanlığı'nın resmî sitesinden yapılan ilk yazılı açıklamada, 'Suriye ve Türkiye'deki sivil can kaybı için en içten başsağlığı diliyor; sivilleri korumak ve ortak düşman DEAŞ'ı yenilmesiyle ilgili ortak hedefi desteklemek için, gerilimi azaltma çağrısında bulunuyoruz. Irak'ta ise, Irak'ın egemenliğini ihlâl eden ve koordineli olmayan askerî harekâta karşı çıkmaya devam ediyoruz.' deniliyordu. ABD, dün öğleden sonra, USA Başkanlık Sarayı'ndan yapılan açıklamada ise, dün sabahki ilk açıklamaya aykırı noktalar da bulunuyordu, kısmen.. O açıklamada, 'Türkiye, güneyinden kaynaklanan terör tehlikesiyle karşı karşıyadır, ve , bu yüzden kendisini her türlü savunma hakkı vardır, bunu anlayışla karşılıyoruz' denildikten sonra, 'ancak bu müdahalenin, DEAŞ'a karşı verilen mücadeleyi zayıflatmaması' gerektiğine değiniliyordu. Yani, Amerika, bir taraftan Türkiye'yi kendisinden daha da fazla uzaklaştırmamak dikkatini sergilerken, diğer taraftan da, Ortadoğu'daki finolarına eğitim ve her türlü silah, techizat ve diplomatik desteği vermekte de kararlı gözüküyordu..
*
Bu gelişmeler olurken, Rusya ne diyordu? Suriye'de Amerika ve İran'la birlikte önemli bir aktör olarak bulunan ve Türkiye'yi Suriye'deki terör odaklarına karşı mücadelesinde frenlemeye tıpkı Amerika gibi çaba harcayan Rusya, dün yaptığı açıklamada, 'Türkiye'nin "itidalli olacağı ve aşırı güç kullanmaktan kaçınacağı umudunu' belirtiyordu.
Ukrayna'da 8 aydır, sivil hedeflere ve şehirlere karşı giriştiği, hattâ barbarlık derecesinde kanlı saldırı ve işgal hareketini sürdüren Rusya'nın açıklaması da, 'Ortadoğu'da asıl oyun kurucular biziz..' demek istiyor; Amerika'dan geri kalmamak istercesine..
Rusya Başkanı Putin'in Suriye Özel Temsilcisi Alexander Lavrentyev, dün yaptığı açıklamada, "Türk mevkidaşlarımızı, gerginliğin tırmanmasını önlemek için Suriye topraklarında aşırı güç kullanmaktan kaçınmaya ikna etmeyi umuyor; tarafları, ihtilaflara barışçı çözüm bulmak için çabalarını sürdürmeye davet ediyoruz.' diyordu.
*
Bunlar olurken, bazı mahfillerde Mısır, Suûd, Suriye vs. ile ilişkiler üzerine, hâlâ, geçmişe dayalı hatırlatmalarla yapılan ve ilk planda zâhiren doğru gibi gözüken değerlendirmelerin gerçeği üzerinde derinlemesine durulması gerektiğini ve 'İdeali iste, realiteyi de gör..' sözünü de hatırlatmakla yetinelim. Müslümanların tarihine baktığımızda, Asr-ı Saadet'te, Hudeybiye Sulh Andlaşması'na kolayca gelindiği mi sanılıyor?
*
'Hasmınla barışamıyorsan niçin savaşmıyorsun; savaşmıyorsan, niçin barışmıyorsun?' sözü asırlar önce söylendiyse de, boşuna mı söylenmiştir?
*
Râşid Küçük Hoca'ya ebediyet yolculuğuna uğurlarken..
İslâm'ın anlaşılmasında, özellikle Hadis ve Siyer-i Nebi alanlarında son asrın seçkin âlimlerinden Râşid Küçük hoca da dün ebediyyet yolculuğuna çıktı. Fatih Câmiinde ikindiden sonra, Mehmed Görmez Hoca'nın cenaze namazından önce yaptığı tezkiye konuşması, her zamanki gibi kendisine özgü derinlikte ve hekîmâne idi. Diyanet İşl. Başkanı Ali Erbaş'ın kıldırdığı cenaze namazından sonra, Meclis Başkanı Mustafa Şentop Hoca'nın yaptığı tezkiye konuşmasını takiben merhûm hoca, Fatih Câmii haziresinde, Hattat İbrahim Subaşı hoca, Halil İnalcık, Kemal Karpat, Semavî Eyice, Mehmed Genç gibi tarihçiler ve Kadir Topbaş gibi merhûmların kabirlerine komşu bir yerde olduğu için, 'bilginler mahallesi' diye tesmiye olunan mekândan öbür âlem'e uğurlandı.
Bizim neslin bu seçkin âlim ve hâdimine bu yolculuğunda Allah'u Teâlâ'dan rahmetler- selâmetler niyaz ediyorum.
*