Suriye krizi, ‘iyi terör örgütü-kötü terör örgütü, iyi katil-kötü katil’ sığlığına mahkûm edildiğinden beri, ortaya derin bir siyasetsizlik ve ağır bir insani maliyet çıktı. Esed yönetimini DAİŞ’le; Hizbullah ve İran’ın müdahalesini Nusra tarzı örgütlerle; Rusya müdahalesini PYD ile meşru hâle getirmeye çalışan benzer sığlık, bir imkânsızın peşine düşmüş durumda. Fakat cari durum sürekli sıcak kriz düzeyini koruyabildiğinde sürdürülebilecek bir dengeye yatırım anlamına gelen bu tabloda, son dönemin dikkat çeken kurgusu ise PYD oldu.
PYD’nin Esed rejimi, İran veya Rusya ile kurduğu ilişkilerin özel bir durumu bulunmuyor. Zira PKK açısından Rusya ve Baas rejimi ile kurduğu ilişki sadece 1970’lere kadar uzanan bir tarihin ötesinde, ortaya çıkışının ve varoluşunun da önemli unsurlarındandır. Büyük ölçüde Soğuk Savaş jeopolitiğinde, Türkiye içerisindeki Kürt Meselesi’ni kanlı bir faza taşıyarak çatışmacı bir yatırım anlamına gelen PKK, hem ideolojik kodları hem de Rusya tarafından oturtulduğu araçsal eksende Amerika karşısında konumlandırılmıştı. Bu süreç hem Sovyetler Birliği’nin son dönemine denk gelmesinden hem de PKK’nın kaotik ve parçalı yapısından dolayı fazla uzun sürmedi. Silahlı sol bir hareket olarak ‘emperyalizmin ana üssü’ olarak konumlandırdıkları adresle hiçbir zaman varoluşsal bir sorun yaşamadıkları gibi, her fırsatta ilişki içerisine girmekten de geri durmadılar.
Bu garabetin ete kemiğe büründüğü yer ise elbette Suriye oldu. Silahlı radikal sol bir hareket olarak aynı anda Rusya ve Amerika ile ‘iş tutma’ becerisi, ancak PKK gibi anakronik bir yapının başarabileceği bir durumdu. Dolayısıyla, yaşanmakta olan çarpık ilişkinin PKK açısından zeminini tartışmanın da fazlaca bir anlamı bulunmuyor. Burada üzerinde durulması gereken nokta, özellikle Amerika’nın, bu ilişkiyi nasıl sürdürebileceği meselesidir.
PYD, sadece Suriye krizinde küresel ve bölgesel siyasetsizliğin sarıldığı bir aracı ve icadı temsil etmiyor; aynı zamanda Amerika’nın girdiği sürdürülemez ilişkiye de denk geliyor. Bu durumun önemli bir ayağı, Amerika’nın Afganistan’la başlayan ‘devlet dışı aktörler ve örgütlerle kurduğu ilişkinin’ yıllar içerisinde değişim ve dönüşüm yaşasa da benzer neticelerini üretmesidir.
Başı da, sonu da vekâlet savaşı olan bu sorunu, geçmişte Amerika’dan daha fazla krizlerle bitiren bir aktör de bulunmamaktadır. Başka bir deyişle, Latin Amerika’dan Ortadoğu’ya, benzer birçok girişimi büyük sorunlarla ve başarısızlıkla sonuçlanmış bir aktöre ‘Suriye’de PKK üzerinden kısa vadede ve taktiksel olarak bile alacağı bir mesafenin olmayacağı’ anlatılmaya çalışılmaktadır.
Gelinen nokta itibarıyla, PYD sadece Suriye’deki krizin önemli bir göstergesi değildir; aynı zamanda ABD’nin bundan sonra bölgede nasıl bir yol haritası izleyeceğinin de tartışılmasına yol açmaktadır. PYD tarzı ‘devre mülk bir şekilde farklı aktörlere hizmet eden bir devlet dışı unsurla’ işbirliğinin Amerika açısından kurumsal işbirliklerine yansıması da kaçınılmaz olacaktır. Bu durum, öncelikle Washington’da iç tartışmalara sebep olurken, diğer yandan bölgesel güvenlik mimarisini de derinden yaralamaktadır.
Eğer PYD konusunda Batılı aktörler çizgilerini sürdürürlerse, Cenevre masasında ortaya çıkan kaotik duruma yatırım yapmış ve en az PYD kadar Suriye krizinde nerede durduklarını açıklayamaz bir pozisyonu kendi elleriyle inşa etmiş olacaklardır. Aynı şekilde Rusya ile Esed rejiminin PKK ve PYD’yi nasıl ve ne kadar kullanacağı da hareket alanlarının sınırını tayin etmiş olacaktır. Hâlihazırda dolaylı bir şekilde ‘Suriye stratejisini Rusya ve Esed eksenine teslim eden yaklaşımın’ operasyon alanını çok daha daraltarak PYD düzeyine indirgemesi, en başta kendilerine maliyet olarak dönecektir. PKK’nın reddetmediği PYD ilişkisine kefil olma girişimine doğru giden bu yaklaşımdan ortaya çıkan borcun ise sadece Suriyeliler tarafından ödeneceği düşünülmektedir. Bir kez daha hatırlatmakta fayda var: Suriye’de olan Suriye’de kalmamaktadır!