Amerika-Türkiye ilişkileri dendiğinde aklımıza hep sorunlar gelir. Konuya hâkim olanlarımız Yarbay Morrison ile başlar Johnson’un mektubu ile devam eder. 1 Ocak 1975’de yürürlüğe giren ambargo hatırlanır. Süleymaniye’deki gerçek nedeni hala meçhul çuval hadisesi, ondan önce Çekiç Güç operasyonu, son zamanlarda da soykırım tasarıları anılır.
Oysa Amerika Birleşik Devletleri 1946’dan bu yana Türkiye’nin müttefiki ve en önemli destekçisidir. Amerika Türkiye’nin güvenliğine, kalkınmasına katkıda bulunmuş, komşularıyla olan sorunlarının çözülmesinde ya da yönetilmesinde yardımcı olmuştur. Öcalan’ı Kenya’da bulup teslim eden ve dolayısıyla da bugünkü barış sürecinin alt yapısını hazırlayan ABD’dir.
***
II. Dünya Savaşı sonrasında Amerika’nın yanımızda yer alması, Missuori zırhlısını iki destroyer eşliğinde 1946 başında İstanbul’a göndermesi Sovyetler Birliği’nin üstümüzdeki baskısının hafiflemesini sağlamıştır. Türkiye 1952’de NATO’ya üye olmadan çok önce ABD’nin koruyucu şemsiyesinden yararlanmış, toprak bütünlüğünü sürdürebilme imkânına kavuşmuştur.
Amerika yıllarca Türkiye’ye askeri ve ekonomik yardım vermiş, ordusunun modernleşmesine ekonomik kalkınmasına katkıda bulunmuştur. Bugün de güvenlik garantileri yürürlüktedir. Türkiye’ye bir saldırı olması haline Washington Antlaşması’nın 5’inci maddesi yürürlüğe girecek ve Amerika önderliğindeki NATO yanımızda duracaktır
Suriye’den gelebilecek muhtemel füze saldırısı tehdidine karşı konuşlandırılmış Patriot bataryaları bu dayanışmanın en somut göstergesidir. Zaten bu göstergeler sayesindedir ki Türkiye Suriye karşısında dik durabilmekte, Suriye muhalefetine desteğini çok daha rahat bir şekilde verebilmektedir.
Ancak ilişkiler hiçbir zaman sorunsuz olmamıştır. Bundan sonra da olmayacaktır. Amerika bazen bizi istemediğimiz şeyler yapmaya zorlayacak, bazen de beklentilerimizi karşılamakta yetersiz kalacaktır. İsrail’e duyduğu yakınlık, Suriye’deki insanlık trajedisini barışçılar yollardan çözme isteği, Mısır’da olan bitene karşı yetersiz ilgisi büyük bir olasılıkla çoğumuzu rahatsız edecektir.
Belki de ilişkiler soykırım sorunu yüzünden bir kez daha gerilecektir. Ya da Türkiye’yi asıl dinleyenin Amerikan istihbarat örgütleri olduğu ortaya çıkacaktır. Ulusal güvenliğimiz tehdit etmediği, müteffikliğe yakışmayan işler yapmaya kalkmadığı sürece, Türkiye’nin Amerika’nın kendisi için olan önemini unutmaması, ona göre hareket etmesi gerekir.
Çünkü Amerika bizim taraf olduğumuz her türlü sorunun çözümünde anahtar ülkedir. Amerika’yı karşımıza almak yerine onu anlamaya, yanımıza almaya çalışmalıyız. Ne demek istediğini, ne beklediğini, niye öyle davrandığını tartışmalıyız. Onu etkilemek için çaba sarf etmeliyiz. Her zaman ve her sorunda haklı olmayabileceğimizi göz önünde bulundurmalıyız.
Amerika sanıldığının aksine açıklığı ve demokratik şeffaflığı yüzünden çok daha kolay anlaşılabilecek, çok daha kolay konuşulabilecek bir ülkedir. Düşünce kuruluşları vasıtasıyla karar verme süreçlerinin etkilenmesi, lobiler aracılığıyla makul taleplerin dillendirilmesi mümkündür.
***
Demokrasiden, hukukun üstünlüğünden, ifade özgürlüğünden sapmayan bir Türkiye her türlü derdini Amerika’ya kolayca anlatabilir ve anlatmıştır da. Türkiye’yi Müslüman dünya için emsal gösteren ülke Amerika’dır. AB’ye üye olması için bastıran ülke yine Amerika’dır.
Türkiye coğrafyasından kaynaklanan gücüyle, ama son yıllarda asıl yarattığı demokratik emsalle Amerika’yı cezbetmiştir. Amerika’nın yanımızda yer almayı sürdürmesi için Türkiye otoriterleşiyor, demokratik ilkelerden taviz veriyor görüntüsü sergilememelidir...