Bu sorunun cevabını bulabilmek için, biraz eskilere, Türkiye-Amerika ilişkilerinin kırılma noktalarına ve bunun siyasetimize yansımalarına bakmamız gerekiyor.
Fakir, naçiz eseri “Cumhuriyet Apartmanı”nda, bu soruya cevaplar aradı ve kendince bazı sonuçlara ulaştı.
Bakalım:
Tarih, Şubat 1971...
Cumhurbaşkanı Cevdet Sunay, Tofaş Otomobil Fabrikası'nın açılış töreni için Bursa'ya davetliydi... Tören bitti, konuklar dağıldı, o da kimseye sezdirmeden usulca Eskişehir'in yolunu tuttu.
Eskişehir'de komutanlarla buluşacaktı.
Dönemin Başbakanı Süleyman Demirel bu sessiz ayrılıştan kuşkulanmamıştı.
Alelade ziyaretlerden biriydi.
Ziyaretin nedeni daha sonra anlaşıldı.
Demirel'e ulaşan "istihbarı" bilgiye göre, Sunay bir dönem daha Cumhurbaşkanı kalmak için Eskişehir'de komutanlarla anlaşmıştı.
Bu ne anlama geliyordu?
Ordu müdahaleye hazırlanıyordu.
Peki, Başbakan bu bilgiyi kimden almıştı?
Gizli servisten mi? Yani MİT’ten mi?
Hayır...
Bir MİT emeklisinin eşinden...
Zaten bir süredir darbe söylentileri dolaşıyordu ortalıkta. Buna ilaveten, ordu içinde çok sayıda cunta ve ihtilal konseyi oluşturulduğu haberleri geliyordu. Cumhurbaşkanlığı seçimine yaklaşık iki yıl vardı, fakat "Eskişehir toplantısı"nda Sunay'ın bir dönem daha Cumhurbaşkanı kalması karara bağlandıysa, ortada ciddi bir durum var demekti.
Başbakan Demirel, Köşk'ten randevu istedi.
Aldığı bilgileri aktardı Sunay'a: "Bazı haberler geliyor kulağımıza..."
Sunay, "Sen bakma bu haberlere" dedi, "Ben yeminime sadığım..."
Demirel rahatlamış olarak ayrıldı Köşk'ten.
24 Şubat’ta Milli Güvenlik Kurulu toplanacaktı. Demirel, bu toplantının havayı koklamak, komutanların niyetini anlamak açısından yararlı olacağını düşünüyordu.
Mutat konuşmalar yapıldı.
Olağanüstü bir durum yoktu.
Sıkıntıyı gösterecek herhangi bir konuşma da yapılmadı. Olumlu bir bildiri yayımlandı hatta...
29 Şubat 1971...
Bütçe 232 oyla Meclis'te kabul edildi.
10 Ağustos'ta alınan ekonomik önlemler meyvesini vermeye başlamıştı.
Döviz rezervi 50 milyon dolar civarındaydı.
Mart ayının ilk günlerinde Genelkurmay Başkanı Orgeneral Memduh Tağmaç subayları bir sinemada topladı. Yaptığı konuşmada "darbe"yi ima eder herhangi bir sözcük yer almıyordu.
Aynı günün akşamı Tağmaç Cumhurbaşkanı'na çıktı ve şunları söyledi:
"Gecenin herhangi bir saatinde önemli bir nedenle gelebilirim."
Başbakan'ın kulağına da gitmişti Tağmaç'ın sözleri.
Sunay'a sordu: "Paşa ne demek istiyor?"
"Rahatına bak" dedi Sunay.
Sunay, Demirel'i rahatlattığında takvimler 10 Mart 1971'i gösteriyordu.
Ama Washington düğmeye basmış, müdahale hazırlıkları başlamıştı.
Bir gün önce (yani 9 Mart’ta), Hava Kuvvetleri Komutanı Orgeneral Muhsin Batur'un evinde yapılan çaylı toplantıda, "darbe" kararı alınmıştı.
Bir “sol darbe” olacaktı bu.
Tağmaç o toplantıda bulunmuyordu.
Kara Kuvvetleri Komutanı Faruk Gürler, Hava Kuvvetleri Komutanı Muhsin Batur, Tümgeneral Celil Gürkan ve 27 Mayıs'çı bir grup subay, ne zaman harekete geçeceklerini tartıştılar.
O tartışmadan bir sonuç çıkmadı.
Gürler'le Batur arasında anlaşmazlık çıkınca, 9 Mart girişimi akim kaldı.
Anlaşmazlık, kimi çevrelere göre, darbeden sonra Çankaya'da kimin oturacağı sorununda odaklanıyordu.
Oysa gerçek farklıydı.
Kendilerinden sol darbe beklenen Batur ve Gürler “son anda” saf değiştirmiş, 12 Mart’çı ekibe katılmışlardı.
12 Mart’ı hangi “ABD taleplerinin” şekillendirdiğine ise yarınki yazıda bakalım.