Son sözü baştan söyleyelim: Başbakan Recep Tayyip Erdoğan’ın, Amerikan Başkanı Barack Obama ile bugün Beyaz Saray’da gerçekleştireceği görüşmenin en önemli maddesi, ne Suriye, Irak, İran veya Filistin gibi bölgesel konular, ne de, Türkiye-İsrail ilişkilerinin önümüzdeki dönemde izleyeceği rotadır. Görüşmenin Türkiye açısından en önemli konusu, ABD ile AB arasında imzalanması öngörülen Transatlantik Ticaret ve Yatırım Ortaklığı Anlaşması’na (TTIP) Türkiye’nin nasıl dahil olacağıdır.
Kısaca hatırlatalım: AB ile Gümrük Birliği Anlaşması olan Türkiye, AB, herhangi bir üçüncü güçle benzer bir anlaşma imzaladığında kendi pazarını o güce açmış oluyor ama, Avrupa ülkelerinin bu tür anlaşmalardan sağladığı çıkarları elde edemiyor. Eğer, Amerikan yönetimi ile bu konuda bir mutabakat sağlanırsa, söz konusu anlaşmanın imzalanmasından sonra Türk malları için de Amerikan pazarı sonuna kadar açılmış, karşımızda dev bir pazar olanağı doğmuş olacaktır. Gelişme, Türkiye’nin 2023 ihracat hedeflerini çok erken yakalamasına, Türk ekonomisinin dünyanın ilk 10 ekonomisi arasında yer almasına ve kişi başına ulusal gelirin 25 bin Dolar düzeyine çıkmasına yol açacaktır.
Gezilerde ‘pazarlık’ kavramı
Türk yetkililerin Amerikalı muhatapları ile buluşması, Türk basını tarafından sürekli bir “siyasi pazarlık” zemini içinde değerlendirilir. Bu yanlıştır!..
(Bu, ne yazık ki, basınımıza, dönemin Amerikan başkanı Johnson’un 1964 yılında Türkiye’ye Kıbrıs konusunda yazdığı kaba mektup ve aynı yıl dönemin başbakanı İsmet İnönü’nün konuyu görüşmek üzere Washington’a gitmesinden sonra yerleşmiş bir gelenektir.)
Türkiye ile Amerika, NATO’nun iki önemli üyesidir ve aralarında “stratejik ittifak” mekanizmaları bulunan iki müttefiktir. Yani, “siyasi konularda” karşılıklı görüş alış-verişi ve gelişen siyasi olaylar karşısında ortak politika üretimi düzenlidir. Türkiye ile Amerika arasındaki asıl “pazarlık zemini” ekonomidedir.
Bunun en önemli işaretini, merhum Turgut Özal,Birinci Körfez Savaşı sırasında Washington’a yaptığı ziyarette söylediği “We don’t want aid, we want trade”(Yardım değil ticaret istiyoruz) cümlesiyle vermiştir. Erdoğan’ın bugün Beyaz Saray’dan bu konuda cebi dolu çıkması Türkiye açısından hayati önem taşımaktadır.
ALARM: Sünni-Alevi
Söylediklerinin Türkiye’nin Suriye politikasına dönük yönlerine katılmasam da BDP Eşbaşkanı Selahattin Demirtaş’ın şu sözlerini önemsiyorum: “PKK, ‘Ölümler olmasın’ diye çekiliyor. Böyle bir süreçte (Reyhanlı’da -A.Z.) bunların olması süreci de zehirler. Saldırıyı yapanlar doğrudan bunu amaçlamasalar bile hedeflerinden biri de budur. Çünkü Türkiye iç barışına kavuşursa güçlenir. Herkeste şu korku var: ‘Reyhanlı’da Sünni vatandaşlar vuruldu, yakın zamanda Alevivatandaşların olduğu bir yer de vurulacak ki Sünni-Alevi çatışması tetiklensin.”
Demirtaş, aslında, Kürt sorununu barışçı iklime kavuşturmuş Türkiye’nin içine sokulmaya çalışılan yeni nifak tohumu için alarm işareti veriyor. Özellikle “bazı Avrupa başkentlerinde” bu konuda önceden hazırlanmış planlar olduğu da açıktır ve bu planların Suriye’deki savaşla bir ilgisi de yoktur. Doğrudan, “iç barışını sağlayarak güçlenen” bir Türkiye’nin önünü kesmeye dönük yeni bir gizli harekattır.
“Ne Türk ne Kürdüz, biz Alevi ulusuyuz” yönündeki açıklamasıyla dikkat çeken Hüseyin Aygün başta bütün siyasilerin çok dikkatli olması gereken bir riskle karşı karşıyayız.
Almanya’nın oyunu
Hürriyet, Roma Temsilcisi Reha Erus’un, İtalya eski Başbakanı Massimo D’Alema ile yaptığı söyleşi, bu muhtemel risklerin sınırlar ötesindeki ortakları açısından ilginç örnekler veriyor. 1998 yılında Komünist bir milletvekili tarafından Roma’ya getirilen Abdullah Öcalan’ı “idam cezası yürürlükte olduğu için” Türkiye’ye veremediklerini fakat Karlsruhe Savcılığı’ndan cinayetten tutuklama kararı bulunması nedeniyle Almanya’ya vermeye hazırlandıklarını belirten D’Alema şöyle diyor: “Almanya Başbakanı Gerhard Schröder aradı. İade isteğinden vazgeçtiklerini söyledi. Gerekçe olarak ‘Burada çok Kürt ve milliyetçi Türk var. Apo’yu getirtip yargılarsak ülkemizde duruma hakim olamayız. Büyük olaylar yaşanır’ dedi. İşte Almanya’nın bizi yarı yolda bırakmasıyla asıl kriz o an patlak verdi.”
Bu tarihi açıklamayı Almanya’da yaşayan Alevi ve Sünni vatandaşlarımızın dikkatine sunuyorum.
Anladınız siz beni...