PKK/BDP, bir yıldır devam eden sürecin diyalog süreci olduğunu söylüyor ve artık sorunları müzakere etmenin zamanı geldi diyor.
Görülebildiği kadarıyla, silahsızlanma, KCK yapısının Türkiye’deki geleceği, Mahmur’un tasfiyesi ve Avrupa’da yaşayan aralarında milletvekilliği de yapmış Kürt siyasetçilerin ülkeye dönmesinin sağlanması ve bölgenin ekonomik kalkınması gibi bugünkü şartlarda müzakere edilebilecek konular pek telaffuz edilmiyor..
Kürt tarafı müzakereden ağırlıklı olarak ‘özel statü’yü anlıyor.
Ve bu özerkliği ‘demokratik ulus inşası’ olarak tahayyül ediyor.
Özel statü olacak ve bu özel statüyü KCK idare edip, bir kısım Kürtler adına ulusal inşa gerçekleştirecek! Toplumun geri kalan kısmı bu işe ne diyor, ne düşünüyor bunun bir önemi yok!
Geri kalanlar, herhalde jakoben bir anlayışla inşa edilecek ‘demokratik ulusa’ adaptesi sağlanacak bir kesim olarak görülüyor.
Ulusal veya sınıfsal devrimlere adapte olamayan halkların devrime veya ‘ulusal inşaya’ adaptasyonu da, dünyada 1789 Fransız devrimi ve bizde de Dersim katliamından bu yana ‘devrimci terör’le mümkün!
Son otuz yılda uygulanan bu ‘devrimci terör’ veya ‘devrimci şiddetten’ en çok zarar gören ise Kürt halkı..
***
Oysa, 21 Mart’ta Diyarbakır’da halkın huzurunda okunan, Öcalan’ın kaleme aldığı mektup, muhtevası ve Kürt hareketinin geleceği bakımından, stratejik bir paradigma değişikliği anlamına geliyor ve bir dönemi kapatıyordu.
Öcalan, silahlara veda çağrısı yapıyor, Kürt siyasetinin bundan sonra demokratik bir mecrada ve şiddetten uzak bir hat izlemesi gerektiğini ifade ediyordu.
Sonrasında bu mektubun muhtevasına uygun çok az şey yerine getirildi.
Üç konferans yapıldı-nitekim şimdi de Öcalan’ın isteği üzerine Demokratik İslam Konferansı yapılıyor-ama o konferanslarda mektubun öngördüğü yeni paradigmaya ve ‘iç sorunlara’ ilişkin hiçbir şey gündeme gelmedi. Muhataplara yönelik bir sürü mesaj ve talep çıktı o konferanslardan, hepsi bu.
PKK geri çekilmeyi ağırdan aldı. Bugün artık geri çekilmeyi değil ateşkes sürer mi sürmez mi diye tartışıyoruz.
Maalesef aralarında solcusundan liberaline, Türk aydınlarının da olduğu içerde ve dışarıda olan geniş bir çevre ne yapıp edip PKK’nin Türkiye’de bir yıl daha ve elde silah kalmasını sağladı.
İşte bu koşullarda, Kürt siyaseti Türkiye’nin seçim sathı mahalline girdiği bir süreçte, müzakere talep ediyor.
Bir müzakere masası kurulsa bile, müzakerenin olmazsa olmazı bir konu olan silahsızlanmanın-veya silah bırakmanın koşullarını konuşmak ve bu konuda sağlanacak bir mutabakat fiili olarak bir işe yaramayacak.
Silahlı grupların, kış aylarında, geri çekilmesi mümkün değil çünkü. Bir yıl içinde iki seçim yaşayacak Türkiye; Ortadoğu’da, Kürt sorununu da etkileme potansiyeli olan muazzam gelişmeler bekleniyor. Esad ağzına kadar Kürt sorununun içinde. Erbil’e özel uçağını gönderip, KDP ve PYD’ye cazip teklifler yapıyor. Tekliflerin tercümesi şu: Türkiye’ye düşman olursanız, Suriye’yi sizinle yönetmeye hazırım!
Öcalan, Türkiye’deki sürecin kontrol edilebilmesi ve işlerin çığırından çıkmasını engellemek için ihtiyatlı bir politika izlemeye çalışıyor, ama PKK ve BDP’nin yüzü daha ziyade Suriye-Rojava’ya dönmüş durumda. Rojavasız çözüm olmaz tezi işleniyor ve Türk aydınları bile bu teze dört elle sarılmış görülüyor.
Madem Rojavasız çözüm olmayacak, o halde neyin müzakere edilmesi isteniyor, anlamak gerçekten zor. Çünkü Rojava’nın çözüm adresi Türkiye olmadığı gibi, Rojava’da hiçbir şey çözülmeden yıllar ve yıllar geçebilir, daha kanlı bir savaş gelişebilir, hatta o coğrafya kısa sürede insansız bir coğrafyaya dönüşebilir..
AB’yle müzakereye oturan bir Türkiye’nin Kürt yurttaşları, kendi sorunlarının çözümünü, kendi geleceklerini; din adamlarının’ kedi-köpek eti yiyebilirsiniz’ diye fetva verdiği, yoksulluktan ve açlıktan kırılmış bir ülke olan Suriye’nin belirsiz geleceğine neden feda etsinler, onlardan böyle bir siyasi turum beklemek ne kadar gerçekçi acaba?
Rojava’da ve Suriye’de yaşanan insanlık trajedisine elbette seyirci kalınamaz, bu konuda her alanda duyarlılık gösterilebilir, zulmü hafifletecek çareler aranabilir.
Ama siyaseti Rojava’ya endekslemek ne kadar doğru?
Hrant’ı daha sık hatırlıyorum bugünlerde.
Diyarbakır’da bir panelde beraber olmuştuk. Kürt kardeşlerine tavsiyelerde bulunuyor ve ‘Aman ha diyordu, dünyanın Ermeni halkla oyun oynaması, bir buçuk milyon Ermeni’yi yok eden sürecin önünü açtı, aman ha!’
İnşallah yanılıyorum ve endişelerim boşunadır. Ama gördüğüm o ki, dünyanın ve Ortdaoğu’nun kadim egemenleri, Ortdaoğu’da Kürtler üzerinden kanlı ve karanlık bir oyun oynamaya hazırlanıyor ve Kürtler’i Türkiye’ye karşı etnik temelli bir savaşa sürmeye çalışıyorlar..
Aman ha!