Cumartesi günkü bizim Star gazetesinde “Mavi Marmara katliamına katılan 5 Türk kim?” başlıklı bir haber yayınlandı.
Haberi özetlemek yerine gazeteden doğrudan alıntı yaparak aktarmaya gayret ediyorum: “Mavi Marmara Saldırısı sırasında İsrail tarafındaki görevliler arasında Türklerin de bulunduğu şüphesi üzerine MİT 5 Türkiye Cumhuriyeti vatandaşının izine ulaştı, bilgilerini Mavi Marmara Davası’nın savcısına teslim etti.
A Haber’de Jurnal’e katılan İHH Başkan Yardımcısı Hüseyin Oruç ise iddiayı bir adım daha öteye götürdü ve ‘5 Türk’ün arasında hangi önemli ailelerin çocukları olduğunu 21 Şubat’taki ikinci duruşmada göreceğiz’ dedi”....... ‘Biz operasyon öncesi ve sonrası uçak kayıtlarının araştırılmasını istemiştik ve araştırıldı, 5 kişiye ulaşıldı. Şimdi mahkeme bu 5 kişiyi hâkimin karşısına çıkaracak. Biz o zaman açık kimliklerini öğreneceğiz, kimlerin çocukları olduğunu, Türkiye’de ne kadar etkin ailelerin çocukları olduğunu 21 Şubat’ta öğreneceğiz. Türk vatandaşlarına uygulanan hukuk elbette çok daha farklı olacak. Türkiye’de yaşayan pek çok Türk vatandaşının İsrail ile çok sıkı ilişkileri olduğunu, askerliklerini orada yaptıklarını da biliyoruz”.
Haber en genel hatlarıyla böyle; kendi değerlendirmemi ise aşağıda dikkatinize sunuyorum.
Şayet, Mavi Marmara baskınında ve dokuz vatandaşımızın orantısız güç kullanımı sonucu, eşit olmayan koşullarda ve uluslararası sularda katledilmelerine karışan Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları var ise bu kişilerin haklarında soruşturma açılması ve yargıya teslim edilmeleri kadar normal ve gerekli bir şey yoktur; hukuk da, vicdanlar da bunu emreder, aksini düşünmek bile abesle iştigaldir.
Ancak, mesele son derece hassas bir meseledir ve ortaya çıkabilecek bir istihbarat ya da adliye hatasının maliyeti bugünden tahmin edemeyeceğimiz kadar büyük olabilir.
Belki daha da vahimi, bu istihbaratın, şayet yanlış ise, gerçek kaynağının olmadık bir yer olması da insanın aklına gelebilir.
Haberde sözü geçen beş Türkiye Cumhuriyeti yurttaşının ailelerinin “etkin aileler” olduğuna yönelik istihbarat da, yakın tarihimizi iyi bildiğini düşünen, yaş olarak da artık tecrübeli sayılabilecek bendenizi rahatsız etmektedir.
Bu ülke, sonradan Orta Anadolu’da bir kentten valilik görevinden emekli olacak bir istihbaratçının Atatürk’ün Selanik’deki evine attığı, sorumluluğu Yunanistan’ın üzerine atılan bir ses bombasının ve İstanbul’da stoklanmış gazete kağıtlarıyla hemen ikinci baskısını yapan bir gazetenin hepimizi, üzerinden seneler geçse de, 6-7 Eylül utancına sürükleyebildiği bir ülkedir.
Mavi Marmara cinayetlerine karışmış ve Türkiye’de yaşayan bir Türkiye Cumhuriyeti yurttaşı var ise ortada hukuken tartışacak zaten bir mesele kalmaz, hukuk işlemelidir.
Ama, bu hukuk sürecinde, konunun hassasiyeti de dikkate alınarak, her türlü dezenformasyon ve provokasyona karşı çok dikkatli, bin defa dikkatli olmak zorundayız.
Bu beş kişinin ve ailelerinin isimlerinin ortaya çıkması sonrasında özellikle İstanbul’da, kimin provoke edeceği uzun seneler belli bile olmayacak bir anti semitik hareketin ülkemize maliyeti öngörülemeyecek kadar büyük olabilir.
Malum, 6-7 Eylül olaylarını Özel Harp Dairesi’nin örgütlediğini seneler sonra olayların içindeki bir emekli orgeneralden öğrenebilmiş idik.
Bazı musevi Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının Mavi Marmara olayından önce İsrail istikametine uçmuş, sonra da Türkiye dönmüş olmaları umarım kesin delil olarak kullanılmaz.
Böyle bir suçlama için elimizde çok daha kesin delillerin bulunması, bu delillerin bin defa sağlama işlemine tabi tutulması kanımca bir zorunluluk, zorunluluktan da öte bir sorumluluktur.
Bu tür bir provokasyon Ortadoğu’da kanımca en çok AK Parti’yi zor duruma düşürür ama bu arada da masum musevi vatandaşlarımız büyük zarar görürler.
İHH Başkan Yardımcısı’nın yukarıda aktardığım açıklamasını bile şimdiden çok aceleci ve temkinden uzak bulduğumu itiraf edeyim; MİT’in gerçekten bu konuda uyanık olması gerekiyor.
twitter.com/KarakasEser