Sanıyorum şu sıralar ekonomide günün konusu altın. Ancak altına yalnız ekonomi tarafından bakamayız. Altın oldukça siyasi bir madendir. Bu, bütün ‘uygarlık’ tarihi boyunca böyledir.
Altındaki sert düşüş başladıktan sonra yatırımcı kurumlar, iktisatçılar, piyasa yorumcuları -bu tür gelişmelerde olduğu üzere- hep bir ağızdan konuşmaya ve benzer şeyleri söylemeye başladılar. Ancak en esaslı değerlendirmeyi bence Paul Krugman yaptı. Krugman, altın ‘virüsünün’ siyasi bir olgu olduğunu iddia etti. Krugman’a göre, altın standardına dönülmesini isteyen geleneksel bir akım var. Krugman, altına bağlı bir para sistemi dolayısıyla ekonomi isteyenlerin servetlerini kaydi para sisteminin ‘üç kağıdı’ ile kaybetmek istemeyen konservatif zenginler olduğunu söylüyor. Bu bakış açısının yanlış olduğunu tabii ki söyleyemeyiz. Aynı kesimlerdeki enflasyon korkusunun da temeli budur.
Tarihsel olarak da böyledir. Batı’nın Doğu karşısında yükselişi değerli maden -tabii ağırlıkla altın- soygunu ile olmuştur.
Bugün Krugman’ın altın virüsü dediği olgu bir yerde sistemin sonunda çökeceğinin bilinmesi ve bu korkunun altın stoklamasına dönüşmesidir. Dünyadaki merkez bankaları, çıkarılan fiziki altın stoklarının yüzde 19’una sahip. Yani kağıt para kalpazanlığını yaratan merkez bankaları aslında günün birinde bu kalpazanlığın ve onun getirisi olan faize dayalı bu sistemin biteceğini biliyor.
Bu sayfadaki grafiğimiz 70’lerin başından itibaren altının yükselişi anlatır. Dikkat ederseniz, altının yükselmeye başladığı ve sıçrama yaptığı bütün dönemeçlerde sistemde ekonomik bir sorunun yanında siyasi bir sorun da vardır. ABD Başkanı Nixon 1971’de, Vietnam Savaşı’nın getirdiği baskıya da bağlı olarak, doların altına olan bağımlılığını kaldırdıktan sonra yukarı yolculuk başlamıştır. Sonra 80’li yıllardaki değişim krizi, İran devrimi, Sovyetler’in son hamleleri ve çöküşü, aslında sistemin sallanmasıydı ve altın, 90’lı yıllarda biraz sendeledikten sonra krizin gelişini haber verircesine hızla yukarı çıktı.
Şimdi soru şu; altın balonu ne zaman geldiği yere döner, yani 500 dolarların altına doğru savrulur. Bunu zaman olarak bilemeyiz ama niteliksel değişim anlamında cevaplayabiliriz. Altın, şu an geçerli olan para sistemi -ki buna Bretton-Woods sistemi diyoruz- kesin olarak göçüp, yerine yeni bir para sisteminin ipuçları ortaya çıkmaya başladığında yükselmeye başladığı seviyelere gelecektir. Bakın grafiğimizde altının en düşük olduğu, yani 500 doların altına sarktığı tarihlerde AB, Euro’yu alternatif bir rezerv para olarak piyasaya sürmeye hazırlanıyordu ve altın, krizin ipuçları ortaya çıkana değin aşağıda kaldı.
İşte Krugman altının, 70’li yıllardan itibaren hızla ama sallantılı çıkışını bu sistematik sorunlara bağlı olarak yorumluyor ve buna altın virüsü diyor bence.
Ancak bu virüs, yani sistemin yapısal hastalığını oluşturan sorunlar, kalpazanlığa varan para sistemiyle sınırlı değildir. Bu para sistemi, faize dayalı zehirli ve kriz balonlarını içeren tekelci yapıları da oluşturur. Dünya reel üretiminin çok üzerinde oluşan varlık balonları, hem sürekli bir kriz hali oluşturur hem de yıkıcı siyasi sorunlara yol açan gelir adaletsizlikleri ve gelişmişlik farklarını yaratırlar.
Eğer ki bir ekonomide, yeni yapılan reel yatırımların getirileri (kârlılıkları) ortalama faiz haddinden düşükse o ekonomi batar. Türkiye yıllardır bunu yaşadı. Faizlerin enflasyondan düşük olduğu dönemlerde de, enflasyon bir iç soygun mekanizması olarak kullanıldı. Türkiye bu iki soygun mekanizması ile soyuldu. Yani enflasyon bir iç soygun ve yağma aracı idi. Yüksek faiz ise bir dış soygun ve dışarıya kaynak aktarma mekanizması idi.
Barış kadar önemli
Şimdi bu soygun mekanizmalarını temizliyoruz. Dün Merkez Bankası Para Politikası Kurulu (PPK) politika faizini yüzde 5.5’ten 5’e borçlanma faiz oranını 4.5’ten 4’e borç vermeyi de 7.5’ten 7’ye düşürdü. PPK açıklamasınının satır aralarında ihracatın önemine ve rekabetçi bir kura, büyümeye ilişkin önemli ipuçları vardı. Merkez Bankası’nın piyasaların beklentisinden daha fazla faiz indirmesi ve finansal istikrar vurgusuyla birlikte reel alanlara dönük sağlıklı bir büyümeye işaret etmesi 2012’de yapılan hataların tekrar edilmeyeceğini anlatıyorsa bu çok iyiye işarettir. Ve inanın siyasette barış süreci ne denli önemli ve Türkiye için umut dolu bir gelişmeyse, Türkiye’yi kendine getirecek, faize, sıcak paraya dayanmayan, teknoloji ağırlıklı rekabetçi bir sanayiyi destekleyecek ve ortaya çıkartacak bu tür adımlar da o kadar önemlidir.