Almanya, Türkiye’nin ‘tam üyelik’ hedefli AB katılım müzakerelerini engelleyen iki ülkeden biriydi Fransa ile birlikte. Bu engel Türkiye’nin 2,5 yılına mal oldu. Tek bir müzakere başlığı açılmadı.
Bu arada ne oldu?
AB finans krizine girdi. Bastırılmış ırkçılık patladı, ‘mutlu insanlar ülkesi’ İsveç’e kadar sıçradı. Sosyal ve siyasal çatışmalar tetiklendi; hükümetler devrildi. Son örneği Bulgaristan...
Türkiye ise ekonomik büyüme ile demokratikleşmeyi bir arada sürdürdü. Avrupa’nın müdahil olduğu sorunlarını Avrupasız çözme yoluna gitti. Türkiye insanı “kapağı Avrupa’ya atma” duygusundan kurtulmaya, dahası, “AB’ye ihtiyacımız var mı” sorgulamasını yapmaya başladı.
Bu o kadar açıkça okunabiliyor ki; düne kadar “Türkler kapımıza yığılır” diyen AB temsilcileri, bugün “Türkiye’den artık öğrenci, akademisyen, uzman veya turist geliyor. Kaçak Türk işçi sorunu önemini kaybetti” demeye başladılar.
Sarkozy gitti, Fransa’nın yeni lideri Hollande, “Müzakereler sürsün, Türkiye tüm kriterleri yerine getiren bir ülke olduğunda halklar karar versin” diyerek, bloke ettiği müzakere başlıklarını açtı. (AB kriterlerinin arasında ‘referandum’ yok. Hiçbir üye ülke referanduma tabi tutulmadı alınırken. Ama bugün Türkiye halkı da AB’ye tam üyeliğin kendisine sorulmasını isteme noktaya geldi.)
Fransa ile iki sorun daha var Türkiye arasında: Terör ve Ermeni soykırım iddiaları. Özellikle PKK ile ilişkili üç kadının Paris’te öldürülmesinden sonra, Türkiye ile terörle mücadelede daha sıkı işbirliği başladı. ‘Hollande Fransası’nın, Ermeni iddiaları konusunda da Anayasa Mahkemesi’nin “Soykırımının inkarına ceza öngören yasa tasarısı hukuk dışıdır” kararının arkasında duracağı görülüyor.
Ve Hollande, Eylül sonrası yapacağı Türkiye ziyareti öncesi, çantasını AB, terör ve Ermeni iddiaları konusunda olumlu sonuçlarla doldurmaya başladı bile.
Merkel’in Ankara’daki açıklamaları ise boş çantayla geldiği yorumlarına neden oldu. Birlikte hareket etmelerinden dolayı ‘Fransalmanya’ olarak adlandırılan iki ülke Türkiye konusunda bölündü. Merkel, yalnız kaldı.
Oysa, Merkel’in önündeki sorunlu noktalar aynıydı:
-Terörle mücadelede işbirliği ve teröristlerin iadesi.
-Almanya’daki ırkçı cinayetlerde derin devletin izinin takip edilmesi.
-Türkiye’nin AB sürecinin engellenmemesi.
-Türkiye kökenlilerin çifte vatandaşlığı.
Merkel, Paris cinayetlerini işleyen Ömer Güney, Ankara’daki ABD Büyükelçiliği’nde kendini patlatan canlı bomba Ecevit Şanlı’nın Almanya’da nasıl kaldığına, neler yaptığına, nasıl cinayete hazırlandığına dair çalışma yaptırabilir; terörle mücadelede işbirliğine bu konulardan başlayabilirdi. Atmadı; “Almanya PKK ile mücadelede elinden geleni yapacak” demekle yetindi.
AB sürecinde engeli kaldıran Fransa gibi “Bundan sonraki süreci hızlandırmayı destekliyoruz” diyebilirdi; aksine, “Türkiye’nin tam üyeliğine tereddütlerim var” dedi ve ‘kerhen’ ekledi: “Ama ilerleme olmalı.”
Türkiye kökenlilere çifte vatandaşlık müjdesi verebilirdi; ancak sadece onların ‘iki ülke arasında köprü’ olduğunu söyleyebildi.
Eylül’de Almanya’da seçim var. 3 milyondan fazla Türkiye asıllı göçmenin 800 bini Alman vatandaşı ve oy kullanacak. Merkel’in Hıristiyan Demokrat Parti’si dahil tüm partilerden “Türkiye’yi oyalamayın” sesleri yükseliyor, Türkiye kökenlilere ‘çifte vatandaşlık’ sözü veriliyor.
Merkel’in Ankara ziyaretinde konuştuğu, ticaretin artırılmasına Almanya’nın da ihtiyacı var; Türk-Alman üniversitesi zaten önce Türkiye’de kuruluyor; Türkiye’ye gönderilen Patriotlar da Almanya’nın değil NATO’nun malı... Yanında Türk kökenli koruma polisi getirmek, Ankara ziyaretini anlamlı kılmaya yetmiyor.
‘Fransalmanya’nın ilk yarısı, dünyanın artık Türkiye’siz dönmeyeceğini gördü; Fransa’da lider değişti, tavır değişti. Merkel ‘yeni Türkiye’yi görürse bakışını değiştirecek, Almanya görürse liderini...