Erdoğan'ın Berlin ziyaretinden önce Alman medyası büyük bir tartışma başlattı. Uzun zamandır Erdoğan karşıtı manşetler atan gazeteler kamuoyu oluşturmak için gayret gösterdi.
Putin, Merkel ve Erdoğan arasında bir köprü kurulmuştu. Üç ülkenin lideri ulusal çıkarlarını düşünerek iş birlikleri yaptılar ve küresel gerilimlerden uzak kalmayı başardılar. Ancak bu üçlünün ilişkileri Vaşington'u rahatsız etti hep. Çünkü üç ülkenin de tarihi derinliği vardı. Sıradan bir İskandinav ülkesi değildi bu üçlü, sınırları cetvelle çizilmiş bir Orta Doğu ülkesi de değillerdi.
Putin ve Merkel karşılıklı bağımlılık içerisinde ülkelerinin çıkarlarını öncelediler. Merkel, Rusya'nın iç işleyişine ve Batılı müttefiklerinin "otoriter rejim, diktatör lider" iddialarına kulaklarını tıkayarak doğalgaz yatırımlarıyla ülke ekonomisini büyütmüştü. Merkel döneminde Çin'deki ticari yatırımlar da epeyce artmıştı.
2016 yılına gidelim. ABD Adalet Bakanlığı, Deutsche Bank'a 14 milyar dolarlık ceza kesti. Bu arada otomobil devi Volkswagen'e hileli emisyon cezaları gelmeye başladı. ABD mahkemesi 2015'te geriye dönük 10 yıllık emisyon hilesine karşılık 4,3 milyar dolar fatura kesti. Alman mahkemeleri de 2018 yılında 1 milyar Euro ceza kesti.
Küresel sistemde Almanya'nın büyüme oranları rahatsız ediyordu. Birinci Dünya Savaşı'na giderken Almanya petrole ulaşmak için çok çabalamıştı. ABD ve İngiltere, Almanya'nın enerjiyi buldukça büyüyeceğini ve durdurulamayacağını düşünüyorlardı.
Almanya'nın Rusya ile birlikte açacağı Kuzey Akım2 boru hattı çevreci hareketlerin protestoları, Yeşiller Partisi'nin hücumları ile bir türlü açılamadı. Boru hattı açılmak üzere hazırdı; ancak Merkel'in dönemi sona ermişti. Artık üçlü kırılgan koalisyon Berlin'e hakimdi. Hem de içinde Yeşiller hareketiyle birlikte.
W. Churchill şöyle diyordu: "Biz Büyük Britanya olarak yalnızca Hitler'in nasyonal sosyalizmiyle savaşmadık; Almanların ruhuna karşı, Schiller'in ruhuna karşı savaştık ki bu ruh yeniden tekrar doğmasın."
Modern devletler ve küresel şirketler çağında bile tarihsel perspektif öne çıkıyor. Almanya'nın büyümesi İngiltere, Fransa ve daha da önemlisi ABD için riskli. ABD, Avrupa'ya daha çok hâkim olmak için kontrol edilebilir bir Berlin istiyor.
Erdoğan'ın Berlin'deki konuşması tam da buraya oturuyor. Geçtiğimiz yıl Ukrayna savaşının başlarında Polonya hükümeti Alman tanklarının kullanımı için Berlin'den olumlu cevap alamayınca holokost tazminatını gündeme getirdi. Polonya'nın talebini Alman medyası manşetlere taşıdı ve Polonya Başbakanı Der Spiegel'de makale yayınladı.
Berlin'deki koalisyon Almanya'nın çıkarlarını düşünemeyecek kadar zayıf. Türkiye'nin talebi olan Eurofighter uçaklarını satmak için Vaşington'dan müsaade almak zorunda.
Erdoğan o basın toplantısında Schiller'in torunlarına, Alman ruhuna seslendi aslında. Tam bağımsız bir ülkenin liderinin nasıl olacağını gösterdi.
İsrailli siviller kadar Gazzeli sivillerin de hayatını düşündüklerini vurgulayan Erdoğan, Batı'nın çifte standardını canlı yayında vurguladı. Kiliseleri ve camileri bombalayan Netanyahu'nun operasyonlarına karşı çıkan Erdoğan, birçok sessiz Alman'ın da yüreğine su serpti eminim.
Bu kısa seyahat Almanya'nın iç siyasetini sarsacak ve kırılgan koalisyon iyice zayıflayacaktır. Alman siyasetindeki bu zayıflık ne yazık ki aşırı sağ hareketleri güçlendirecek ve Almanya'nın çıkarlarını dile getirecek popülist parti (AfD) güçlenecektir.