Almanya'daki aşırı sağın yükselişi ve bu grupların eylemleri, ülkenin siyasi ve toplumsal yapısına yönelik ciddi endişeleri beraberinde getiriyor.
Neo-Nazi grupları ve bazı iş adamlarının göçmenler ve çeşitli etnik kökenlerden gelen Alman vatandaşlarının sınır dışı edilmesi konusunda düzenledikleri toplantı, bu endişelerin somut bir örneği. Martin Sellner tarafından sunulan planın, Almanya'da yaşayan göçmenler ve "kültürel olarak asimile olmamış vatandaşların' sınır dışı edilmesini hedeflemesi, Almanya'nın demokratik değerlerine ve toplumsal çeşitliliğine açıkça meydan okuyor.
Correctiv'in raporuna göre, bu toplantıya katılan AfD partisinin herhangi bir itirazda bulunmaması, partinin aşırı sağ eğilimlerini ve anti-demokratik tutumunu gözler önüne seriyor. Alman Şansölyesi Olaf Scholz'un herkesin korunması gerektiğine ve 20 milyondan fazla göçmen kökenli vatandaş için birlikte hareket etmek zorunda olduklarını belirtiyor. Benzer şekilde İçişleri Bakanı Faeser'in, Potsdam'daki bu toplantının Nazi döneminin korkunç Wannsee Konferansı'nı hatırlattığını belirtmesi, toplantının tehlikeli doğasını vurguluyor. 'Remigration' gibi masum görünen terimlerin ardında yatan, etnik köken ve politik görüşler nedeniyle insanların sınır dışı edilmesi fikri, ayrımcılık ve dışlama politikalarının ürkütücü bir örneğini oluşturuyor.
Aşırı Sağın Önlenemeyen Yükselişi
AfD partisinin Almanya'daki siyasi yükselişi, ülkenin politik manzarasında dikkat çekici bir değişim olarak görülüyor. 2013 yılında kurulduğunda marjinal bir parti olarak kabul edilen AfD, ilk federal seçimlerde %5'lik barajın altında kalarak meclise girememişti. Ancak zamanla parti büyüdü ve etkisini artırdı. 2017 federal seçimlerinde %12.6 oy oranı ile ülke genelinde üçüncü büyük parti haline geldi ve ana muhalefet partisi konumuna yükseldi. 2021 federal seçimlerinde ise oyların %10.1'ini alarak beşinci büyük parti oldu. AfD'nin destek oranının bir önceki haftanın yüksek seviyesi olan %23'ten %21.5'e düştüğü görülüyor. Parti, özellikle Doğu Almanya'daki eyaletlerde güçlü bir destek görüyor. Bu yükseliş, AfD'nin özellikle göçmen karşıtı, milliyetçi ve sağ popülist politikaları, Avrupa'da yakın zamanlara kadar "marjinal" olarak görülen aşırı sağın normalleşmesi, başlıca iktidar alternatifi haline gelmesi ve insan hakları konusunda yakın geleceğe dair umutları azaltıyor.
Anayasa Koruma Teşkilatı Uyarıyor
Anayasayı Koruma Dairesi'nin, aşırı sağ gruplarla bağlantıları nedeniyle AfD'nin hem eyalet hem de federal düzeydeki tüm faaliyetlerini izlemeye aldığını bildirmesi önemli kararlardan biri olmasına rağmen faaliyetlerine devam edebiliyor. Anayasa Koruma Dairesi Başkanı Thomas Haldenwang; Aşırı sağı Almanya'nın geleceği ve demokrasisi için en büyük tehdit olarak görüyor ve her yıl 20 binden fazla aşırı sağcının şiddet eylemlerinde bulunduğunu açıklıyor. Kurum benzer şekilde AfD'nin gençlik teşkilatını "Junge Alternative" ve "Der Flügel"'i 2019 yılında şüpheli olarak sınıflandırmıştı. Ayrıca, Haldenwang'in aşırı sağcı grupların %40'ının şiddet yanlısı olduğunu açıklaması tehlikeyi gözler önüne seriyor. Alman nüfusunun % 28,7 'si göçmen kökenlilerden oluşuyor. Aynı şekilde, İçişleri Bakanlığı, Almanya'nın bir göç ülkesi olmaya devam etmesi gerektiğini vurguluyor. Buna rağmen AfD partisine müsamaha gösterilmesi bir ironiyi yansıtıyor ve popülizm Almanya'nın geleceğini tehdit ediyor.
AfD'nin söylem, siyasi ve eylemsel olarak yükselişi, Almanya'nın ve Avrupa'nın genelinde aşırı sağın yükselişine dair geniş çaplı bir trendin parçası olarak görülüyor. Eskiden aşırı sağ ve marjinal gruplara özgü olan ayrımcı, dışlayıcı ve ırkçı fikirler, şimdilerde sağı ve soluyla tüm Alman siyasetini etkilemiş durumda.