Babalardan oğullarına ne çok şey kalır.
Bize kalanlardan biri de Kırkpınar sevgisidir. Sanki çayıra biz çıkıp güreşiyoruz. Babam o kadar heyecanlanır ki tarifi zor.
Güreş tutkusunun bir de hikâyesi var. İlk gençliğinde babam minder güreşine başlamış. Üç beş gün devam etmiş. “Çok yorulduğumu gören hoca beni bir kenara çekti. Nasıl beslendiğimi, günlük kaç gram et yediğimi sordu. Ben et yemeyi geçtim sadece çay simit ile antremana geliyordum. Hoca bunu öğrenince “Sen bu işi bırak, iyi beslenemezsen ezilirsin. Sana yazık olur.” demiş. Babamın güreş kariyeri o saat bitmiş. “Yokluk yüzünden pehlivan olamadım.” der şimdi. Ve sanki yeniden güreşme imkânı verilecek gibi et yer sürekli. Ama fırsat treni çoktan kaçmıştır. Babam pehlivanlık hevesini şimdi Kırkpınar seyrederek alıyor. Seyretmek olur da bu kadar mı olur? Pehlivanların adını, güreştiği kategoriyi bilmek şurda dursun, pehlivanlar hangi oyunlarıyla meşhur onu bile tek tek sayar.
İnsanlar futbol sever fanatik olur. Maça gider, forma alır, spor haberi takip eder. Ama bir güreş aşığı olarak babam forma alamaz çünkü güreşçilerin forması yok. Spor haberi takip edemez çünkü güreş müsabakaları çok nadiren haber olur. Ve kısacık yer bulabilir bültenlerde kendine. Dolayısıyla güreş sevmek gariban bir sevdadır. Kimselere diyemediğin ağır yaralı sevda türküleri gibidir.
Kırkpınar’da evvelden sadece başpehlivanlık müsabakası televizyonda kendine yer bulabilirdi. Şimdi televizyon iki gün süren güreşleri veriyor. Babam çocuklar gibi şen. Pehlivanları gördükçe bir yıldır görmediği ahbaplarını görmüş gibi mutlu oluyor. Güreş seyrederken Kırkpınar’ın temposuna göre bilgi de verir. Yağlı güreş ile karakucak arasındaki farkı anlatır. Minder güreşinde geçerli oyunların yağlıda nasıl geçersiz olduğunu söyler. Onun yanında siz de yavaş yavaş uzman seyirci olursunuz. İnsanın babası bir şeye meraklı olursa çocuklar da o şeye ya meraklı ya da sabırlı oluyorlar. Babamın güreş merakına biz de sabırlıyız. Ses çıkarmıyoruz. O, pehlivanları ve pehlivanlık hikâyeleriyle mutlu ne de olsa bu bize yetiyor.
Pehlivanların hikâyeleri evvelden tefrika edilirmiş. Güreş meraklıları için bir çeşit canlı yayın keyfi verirmiş. Ben de bir zamanlar heveslenip pehlivan tefrikası yazayım demiştim. Ama her şey zamanında zemininde olursa kıymetli. Güreşe bu kadar az meraklı varken pehlivan tefrikasını kim okur? Babamın pehlivan olma hevesi içinde kalmış aynı şekilde benim pehlivan tefrikası yazma isteğim de içimde kalmış bir hevestir.
Bu seneki baş pehlivanlık müsabakası da pek hızlı başlamadı. Uzun uzun birbirini tarttı pehlivanlar. Zaten yorulmuşlardı ve güreş normal zamanında bitmedi. Sonra uzayan maç hemen üç saniyede sonuçlandı dersek yanlış olmaz. Zaten yağlıda böyle oluyor. Uzun zaman birbirini yokluyor pehlivanlar. Sonra bir punduna getirip bastırıyor bir taraf ve alıyor maçı.
Bu sene babamın favorisi olan Ali Gürbüz kazandı. Ali’nin babası da meşhur bir başpehlivandır. Ve Ali babasına söz vermiştir. Kemeri ona götürecektir. Verdiği sözü tuttu Ali ve kemeri babasına götürdü. Artık toprak olmuş babası Recep Gürbüz hayatta olsaydı oğlu ile gurur duyardı eminim. Pehlivan hikâyesi anlatırsak sayfalar dolusu tefrika çıkar.
O sebepten cazgırların pehlivanları çayıra salarken söylediği gibi bitirelim. Haydi Allah derman versin....