1988 yılında o hapisten çıkmıştı, ben de 1989'da onun Doğu Batı Arasında İslam kitabını okumuştum. Onu tanımıyordum. Fakat kitap beni çarpmıştı. İslam düşüncesi, çağdaş meselelerle irtibatlı bir şekilde çok özgün bir şekilde anlatılıyordu. Ben mi kitabı yutmuştum, kitap mı beni yutmuştu? Belki de ikisi olmuştu. Birkaç yıl sonra da Bosna'da savaş patlak verdi. Artık gündemimiz Bosna'ydı. Begoviç'i bir düşünür adamı olarak tanımıştım. Şimdi bir komutan ve siyaset adamıydı.
Her zaman Bosna'ya gitmek istedim. Aliya'nın ülkesini görmek ve onu mezarında ziyaret etmekle yanıp tutuşuyordum. Yıllar geçti. Bu hafta sonu bu hayalim gerçekleşti. Saraybosna, güneşli bir sonbahar gününde gülümsüyordu bize. Şehir, bize uzak değildi. Aliya da bizi selamlarken bunu haykırmıştı: "Sizi Devlet-i Aliyye'nin en güzel şehirlerinden birinden, Bosna Sarayı'ndan, sizin daha sık kullandığınız haliyle Saraybosna'dan selamlıyorum". Devlet-i Aliye şehri Saray Bosna. Külliyeleri, İsa Paşa Camii, çarşıları, dağların yamaçlarında gökyüzüne uzanan minareleriyle Osmanlı şehri. Avusturya-Macaristan şehri olduğu zamanlarında, buraya Avrupa gölgesi de düşmüş. Şimdi Doğu ve Batı'yı beraber yaşayan bir şehir. Aliya, Doğu-Batı Arasında İslam ruhunu bu şehirde hissederek yazmış. Mücadelesine burada başlamış. Onu bu şehir yetiştirmiş.
Hukuk okumuş, avukatlık yapmış, siyasi mücadelelere katılmış, hapisler yatmış. Düşüncesi, Medrese-i Yusufiye'de döllenmiş. İslam, Avrupa semalarında onun bilincinden ve ruhundan doğarak Saraybosna'da yankılanmış. Demokratik Eylem Partisi'ni kurmuş. Bosna Hersek Cumhuriyeti Konsey Başkanlığı'nı yapmış. Cumhurbaşkanı olmuş. Yeni doğan bir devletin kurucu lideri...
Saray Bosna bağımsızlığının başına büyük felaketler gelince savaş, kan, soykırımlar yaşanmış etrafında. Serebrenitza, tarihin en büyük soykırımlarından birisini yaşamış. Hanımla beraber şehrin merkezinde bulunan Srerebrenitza Soykırım müzesini gezince bunun hikâyesiyle yeniden çarpıldık. İnsanlar toplanıyor, şehir güvenlikten arınıyor, Hollanda ve Alman barış güçleri geliyor. Arkasından Sırp Ordusunun önüne atılıyorlar. Ana baba günü. Kıyamet, bu defa Serebrenitzada meydana geliyor! Kadınlar ve çocuklar tamamen savunmasız. Erkekler silahsız. Kırk binden fazla kişi katlediliyor hunharca.
Hanım, müzeden çıkınca ağlamaya başlıyor. Biz Gazze'den kopup 1994'lerin soykırımına uğrayan Bosnalı Müslümanlara ağlıyoruz.
Müslüman Boşnakların savaş komutanı Aliya. Sırplara yaptıklarıyla mukabeleden uzak duruyor. "Düşmanlarımıza benzediğimiz gün yenilmişiz" der. Bilge Kral'dır o. Fıçısında felsefesine dalmış bir filozof değil. Eline kılıç alarak milletini korumaya kendini adayan ve bunu adaletle yapan bir eylem filozofudur. Bilgelikle ve erdemle verdiği bir mücadele: "Mezarlarını çiğnemedik, ibadethanelerini yıkmadık, kadınlarına tecavüz etmedik, bebeklerini boğazlamadık".
Begoviç, toplumunu yeniden İslam'a uyandıran, akılları ve kalpleri aydınlatan, namus ve vatanını korumak için mücadele eden bir Bilge Kral, barışın kralı. Savaş anında bile hukukla, ahlakla ve erdemle hareket eder. Dünya tarihinde Perikles, Marcus Aurelius, Hz. Muhammed, Ömer Bin Abdülaziz, Selahaddin Eyyubi böyledir. Aliya da bilge kralların son temsilcisi. Mezarı da bunu gösteriyor.
Büyük bir şehitlik içinde, mütevazı bir mezar. "Mustafa ve Hiba'nın oğlu Aliye İzzetbegoviç" yazıyor. Ne savaşın muzaffer komutanı, ne cumhurbaşkanı, ne de filozof. Hiçbir unvan, hiçbir güç sembolü yok. Ne sizi ezen bir hacimsel büyüklük, ne unvanlar, ne de protokol. Onu bekleyen asker, polis ve bekçi de yok. Şehitleriyle kucak kucağa bir Bilge Kral, bir Erdemli Sultan...
Aliya, Osmanlının son uç beyi. Üsküdar ruhunu taşıyor. Kendisi bunu haykırıyor: "Benim dedem Devlet-i Aliyye'nin ordusunda askerlik yapmıştı, Üsküdar'da. Orada tanıştığı bir Türk kızıyla, ninem Sıdıka ile evlenmiş. Babam Mustafa Bey, bu evlilikten doğmuşum".