Anlatmış mıydım hatırlamıyorum; neş’eli bir Paris akşamı, konuklar kocaman salonda sohbet ederek kadehlerini yudumluyorlar. Belki yeni bir piyesden belki Madame de Quelqu’une ile ilgili son dedikodudan belki de eski patlıcanların şimdikilere nazaran çok daha lezzetli olduğundan bahsediyorlar. Tam o sırada ansızın ayağa fırlayan biri soruyor:
“Gerçeğe dönelim, hanımlar, beyler... Eugénie Grandet kiminle evlenecek?”
Benim okuyucularım olarak bu suali kimin sorduğunu derhâl anlamış olacağınıza göre belirtmeyi zâid addederim.
Fakat bir an düşündüm de belki aranızda “benim olmayan” okuyucularım da vardır, hani tesâdüfen bugün bana denk gelen; onun için söyleyivereyim sevâbına da günah benden gitsin:
Bu sual, benim okuyucularımın derhâl anlamış olacağı üzere, aynı isimdeki romanın yazarı olan Honoré de Balzac tarafından sorulmuşdur.
Mûmâileyh o sıralar Eugénie Grandet (1834) adlı romanı ile öylesine meşgûl ki her yerde hikâyesini düşünüyor ve henüz kahramânının kiminle evleneceğine de karar verememiş.
Eğer şimdiye kadar Balzac’dan hiç bir şey okumadıysanız bu suçunuzu affettirmeniz için size Recâizâde Ekrem’den en az iki roman okuma cezâsı veriyorum. Dilini sökene kadar göbeğiniz çatlasın da aklınız başınıza gelsin, yâhut başınızdan gitsin!
Hazır açılmışken:
Honoré de Balzac (1799-1850), Stendhal (asıl adı Marie-Henri Beyle, 1783-1842) ve Gustave Flaubert (1821-1880) 19. Yüzyıl Fransız Edebiyâtı’nın “Büyük RealistlerÜçgeni” diye adlandırılan en büyük romancılarını teşkîl ederler. Gerçi bu yüzyılda VictorHugo (1802-1885) veyâ Emile Zola (1840-1902) gibi fevkalâde önemli romancılar da vardır ama edebiyat târihçileri yukarıda zikretdiğim üçünü daha önemli bulurlar. Şimdi bana yakışanı, ukalâlık gereği hemen îtirâz ederek, hayır, efendim, onlar değil berikiler daha büyükdür, gibilerden hır çıkarmak olsa da bu sıcakda üşeniyorum.
Hem zâten ben sizleri bilirim; yalvarıp yakarsam bile nasıl olsa zahmet edip hiç birini okumazsınız. E, ben niye boş yere tatlı canımı derde sokayım?
Ne isterseniz yapın!
Zâten yapıyorsunuz...
Şimdi lütfen sağlam durarak îtirâfımı dinleyiniz:
Ben yukarıki Eugénie Grandet anekdotundan girerek Kürd meselesinin aynı minvaldeki bir düğümüne işâret edecekdim. Fakat artık buraya kadar geldikden sonra canım Kürd meselesine dönmeyi hiç istemiyor. Esâsen Kürd meselesi prensip olarak sıkıcı gelmeye başladı. İyice bunaldım.
Onun için ille de ayrılmak isteyen Kürd kardeşlerimden bir istirhâmım var:
Eğer bütün Önasya ve Ortadoğu ile Balkanlar’ın ve Kafkasya’nın bu en önemli ve istikbâli de en parlak ülkesinin eşit ve şerefli yurddaşları olmaya tenezzül buyurmuyorsanız Cehenneme kadar yolunuz var!
Kuzey Irak ve Kuzey Sûriye Türkiye ile organik bağlar kurmaya uğraşırken sizler alın Hakkâri ile mücâvir alanını ve kurun bakalım bağımsız devletinizi!
Ama iki gün sonra da zırlaya zırlaya salya sümük avdet etmeyin!
***
Şimdi isterseniz, önce girizgâh olarak düşünülmüşken alıp başını giden metne kaldığımız yerden devâm edelim:
Eugénie Grandet Balzac’ın “La Comédie humaine” (Beşerî Komedya) adını verdiği büyük roman serisinin bir bölümüdür. “Scènes de la vie de province” (Taşra Hayâtından Sahneler) adını taşıyan alt bölümdendir.
Keşke bir kerecik olsun lafıma kulak verip de Balzac’dan bir şeyler okusaydınız...
Ama biliyorum ki bir kulağınızdan girip öbüründen çıkacak.