Millet olarak kadir-kıymet bilmeme konusunda mahiriz. Bir de buna hızlı unutma alışkanlığı eklenince nice değerli insanımız tarihin tozlu sayfalarında kalıyor, hak ettiği değeri göremiyor.
Bir insan düşünün, döneminin sayılı alimlerinden olsun.
Dürüstlüğü ile bilinsin, padişahlar elinden ders almış olsun.
Osmanlı İmparatorluğu'nun şeyhülislamlığını yapmış olsun ve koca bir kütüphane dolusu kitabını vakfetmiş olsun.
Üstelik yaşadığı dönemde padişahlardan, saray erkanından ve halktan teveccüh ve saygı gören bu kişi günümüzde, kumar aracı olan at yarışı meraklısı olarak bilinsin.
Ne kadar acı verici değil mi?!
Burjuva sınıfının ilk ailelerinden olarak bilinen bir aile İngilizler tarafından kurgulanmış bir oyunu coğrafyamızda sergilemek için görevlendiriliyor.
"Smyrna Races Club" adıyla bir kulüp kuruluyor. İlk dikkati çeken, kulüp isminin o yıllarda İngilizce olması ve isimde geçen "Smyrna" kelimesi.
Maksat az çok kendini ele veriyor.
İzmir'de 1856 tarihinde dönemin İngiltere Başkonsolosu Patterson ve Sabetayist Evliyazade ailesi öncülüğünde at yarışları kumarı başlatılıyor.
Ve bu yarışlar, yılda bir kez Hristiyanların bayramı olan Paskalya günlerinde düzenleniyor.
Neresinden baksanız tutulacak bir masumiyet bulamıyorsunuz.
Süreç hedefe doğru ilerlemeye devam ediyor.
Osmanlı devleti varlığını sürdürürken, 23 Nisan 1920'de kurulan Ankara hükûmetinin ilk icraatlarından birisi, Mustafa Kemal tarafından tren istasyonunda 1600 metrelik bir alanda at yarışları kumarının düzenlenmesi oluyor.
İki sene sonra 1922'de İskoçya'da Hamilton Park'ın (Hipodrom) yöneticiliğini yapan Sir Loftus Bates'in öncülüğünde Makrikuey Racing Syndicate (Bakırköy Yarışçılık Sendikası) kuruluyor.
Cumhuriyetçilerin kurguladığı tarihi kayıtlara bakıldığında: "Mustafa Kemal; Ulusal Kurtuluş Savaşımızın en zorlu günlerinde bile at yarışlarının düzenlenmesine öncülük etmiştir." diye yazar.
Ve bugün at yarışlarının yapıldığı Veliefendi Hipodromu'nun tarihini keşfe çıktığınızda, sizi bekleyen sürprizlerle karşılaşıyorsunuz.
Bu mekân, 18. yüzyılda vefat eden ünlü alim Şeyhülislam Veliyüddin Efendi tarafından, halkın kullanımı için vakfedilmiş bir mesire alanı. Ancak bu özgün amaç değiştiriliyor!
Alman bilim insanlarından oluşan bir kurul, Veliefendi Çayırı'nı İstanbul'da at yarışı düzenlenmesi için en uygun alan olarak tespit ediyor.
İskoçlar (İngilizler) tarafından kurulan Bakırköy Yarışçılık Sendikası tarafından yarış pisti, tribün ve hakem kulesi inşa ediliyor. Mustafa Kemal'in gayretleriyle savaş yıllarında bile yarışlara ilgi gösterilmiş olduğu gözlemciler tarafından kayda alınıyor.
At yarışı kumarı bağımlılığı kişinin maddi imkanlarını da ruhsal durumunu da oldukça fazla tüketen bir bağımlılık türü. Oynanan bahis sonucu artan borçlar sebebiyle artık kişi bu durumdan çıkış yollarını bulamaz ve onulmaz sonlarla karşılaşmaya başlar.
Adeta bir beygir sendromu türer ve önce bireyin sonra ailenin, akabinde ise toplum ifsadının sebeplerinden birisi olur.
Yani anlayacağınız bir taşla birkaç kuş vuruluyor!
Veliyüddin Efendi, zamanının en tanınmış alimlerinden biriydi ve hayatı boyunca birçok önemli devlet görevinde bulunmuştu.
Padişah III. Mustafa tarafından, Osmanlı tarihinde nadiren bir şeyhülislama sunulan özel bir takdirle onurlandırıldı. Bu takdiri temsil eden "beyaz kürk", evine özel olarak gönderildi.
Veliyüddin Efendi sadece bir devlet adamı değil, aynı zamanda döneminin en yetenekli hattatlarından biriydi. Şu an dünya koleksiyonlarında, Amerika'dan Mekke'ye kadar, onun elinden çıkmış değerli eserler bulunmaktadır.
Beyazıt Kütüphanesi'nin kurucusu olan Veliyüddin Efendi, bu kütüphaneye sayısız el yazması kitap bağışında da bulunmuştur. Onun sadece bir bilim adamı olarak değil, sofistike bir zevke sahip bir entelektüel olarak da tanındığını görüyoruz.
Botanik konusundaki ilmiyle de karşımıza çıkıyor. Öyle ki bugün İstanbul Lale Festivali olarak hayranlıkla takip ettiğimiz festivaldeki lale çeşitlerinden 35 farklı lale türünü geliştiren kişidir.
Veliyüddin Efendi'nin bu alanı vakfetmesinin ardında derin bir hikâye yatıyor. Özellikle III. Mustafa tarafından bir dönem sürgüne gönderilen bu önemli âlim, padişahın özrü olarak bu araziyi kazandı. Devrin ve bugünün en değerli bölgelerinden olan bu alanı, çeşmeler inşa ettirerek ve bakımını yaparak halkın hizmetine sundu.
Ancak günümüzde, bu eşsiz tarihi zenginlikten çok az kişi haberdar.
Hipodrom çalışanları bile Veliyüddin Efendi'yi at yarışlarına meraklı bir zengin olarak tanıyor.
Bu unutulmuşluk sadece hipodromla sınırlı değil, Veliyüddin Efendi'nin Eyüp'teki türbesi de bakımsızlıktan yıkılmış durumda.
Günümüzdeki kullanım amacı ile vakfeden Veliyüddin Efendi'nin değerli kişiliğinin uzaktan yakından ilgisinin olmadığı bu alana, en azından bazı düzenlemelerle iade-i itibar yapılamaz mı?
Bu vesileyle bakarsınız vurulmuş kuşları da kurtarmaya başlarız. Ne dersiniz?