Bugün aslında AB’de yaşanan ekonomi tartışmalarını, istikrar-büyüme eksenini bu sütuna taşımak istiyordum ama araya HSYK üyesi Sayın Ali Suat Ertosun girdi
Gazeteye çok sık uğrayamıyorum; son olarak uğramadığımdan bugüne de galiba epey olmuş.
Gazetedeki odamın masasının üzerinde gelen mektuplar, kitaplar epey birikmiş idi.
Biriken kuriye içinde HSYK üyesi Sayın Ali Suat Ertosun’dan gelen iki mektup da buldum.
HSYK üyesi Ali Suat Ertosun 5187 sayılı Basın Kanunu’nun 14. maddesi uyarınca aşağıda aktaracaklarımı yayınlamamı rica ediyor.
“Gazetenizin 16.3.2012 tarihli nüshasının 7’ nci sayfasında yayımlanan ve tarafınızdan kaleme alınan “16 Mart Katliamının öğrettiği” başlıklı köşe yazınızda, 28.2.2012 günlü yazınızda olduğu gibi Sabancı cinayeti hükümlüsü Mustafa Duyar’ın öldürülmesi olayını adımı vermeden şahsımla ilişkilendirdiğinizden aşağıdaki açıklamanın yapılmasına gerek duyulmuştur.
Mustafa Duyar’ın öldürülmesinden sonra başvurum üzerine hakkımda yapılan inceleme sonunda soruşturmaya geçilmesine yer olmadığına karar verildi. Bu konuda şahsımı suçlayan Can Dündar’a karşı açtığım iki manevi tazminat davası kazandım. Yaptığım basın toplantıları ve açıklamalarla kamuoyunu bilgilendirdim. Mustafa Duyar’ın öldürülmesi çeşitli mercilerce incelendi ve soruşturuldu. Hakkımda hiçbir işlem yapılmadı. Bunlara rağmen tek taraflı yazılarınızı sürdürerek şahsımı suçlayama devam ettiniz ve cevabımı da yayımlamadınız.
Sizi ve bu konudaki diğer iddia sahiplerini hakkımda suç duyurusunda bulunmaya ve kanıtlarınızı ilgili mercilere bildirmeye tekrar davet ediyorum.”
Islak imzalı iki Ertosun mektubu var önümde; HSYK mensubu hukukçumuzun cevabını da, isteği üzerine aynen yayınladım işte.
Yazımın ikinci bölümünde de kendi düşüncelerimi, daha doğrusu kafamda oluşan soru işaretlerini daha önceki yazılarımda yaptığım gibi bir kez daha yayınlıyorum.
Bendenizin kimseyi kimseyle, hele bir cinayetle ilişkilendirme, suçlama gibi bir amacım yok ve olamaz.
Ancak, ortada çok önemli bir olay, Türkiye tarihinin muhtemelen en karanlık olaylarının başında gelen Sabancı cinayetinin sanığı ve birinci dereceden şahidi bir kişinin gerçekleri basınla paylaşmak isterken öldürülmesi ve bu cinayetin bir devlet biriminde, bir cezaevinde, Duyar devletin sorumluluğunda iken işlendiği korkunç, utanç verici gerçeği varken insanın kafasında oluşan bazı soruları kamuoyuyla paylaşmak istemesi kadar doğal bir şey de olamaz.
Sayın Mehmet Ağar’ın terör örgütlerine karşı korunması için bir cezaevinde ne tür önlemler alındığını görüyoruz ve bu önlemleri bir hukuk devleti için son derece gerekli ve normal buluyoruz.
Bu önlemleri gerekli ve normal bulduğumuz ölçüde de, Sabancı cinayetinin bir numaralı sanığı Mustafa Duyar’ın, kendisi Şam Büyükelçiliğimize teslim olmuş iken, cezaevinde korunamamış olmasını, Karagümrük çetesinin Afyon cezaevine naklini, çete liderinin Mustafa Duyar cinayetini kastederek hapishane damından “ devlet bana adam öldürttü, isterseniz Veli Küçük Paşa’ya sorun” demesini anormal buluyoruz.
Ve tüm bu anormalliklerin yaşandığı dönemde Ceza ve Tevkif Evleri Genel Müdürü olan Sayın Ali Suat Ertosun’a Cumhurbaşkanı Sayın Gül tarafından devlet üstün hizmet nişanı verilmesinin çok daha gereksiz ve anormal olduğunu düşünüyoruz.
Ortada tuhaf bir durumun varlığı seziliyor; biz kimseyi suçlamıyoruz, elimizde somut delil olmaksızın kimseyi de bir cinayetle ilişkilendirmiyoruz, töhmet altında asla bırakmak istemiyoruz ama bazı soruları önce kendimize, sonra da kamuoyuna sormaktan da kendimizi alamıyoruz.
Mustafa Duyar gibi çok ama çok önemli bir sanık nasıl oldu da Sayın Ali Suat Ertosun’un başında bulunduğu Ceza ve Tevkif Evlerinde korunamadı?
Bu sorunun cevabını bütün bir toplum öğrenmek istiyor.
Hele, 28 Şubat soruşturmaları sürecinde Sabancı cinayeti de yeniden ele alınacak iken.
twitter.com/KarakasEser