Basınımızda zaman zaman alevlenen bir tartışma konusu var: Kadınların modern hayat içindeki konumu.
Bu konudaki en “muhafazakâr” tutumu ifadenlerin başında Zaman gazetesi yazarı Ali Bulaç geliyor. Kadının “birinci görevinin annelik ve ev hanımlığı” olduğunu savunuyor, kadınları evin dışına çıkaran “liberal kapitalist piyasa”yı kınıyor.
Öte yanda ise, Ali Bulaç’a kızan, söven, onu “karanlık kafa” diye yaftalayan bir çizgi var.
Peki ama Ali Bulaç gerçekten ne diyor? Tümüyle haksız ya da haklı mı?
Evde Yalnız Amerika
Evvela belirteyim ki, Ali Bulaç’ın “aileyi parçalayan modernite”ye getirdiği eleştiriler, bizzat modernitenin içinden de gelmektedir.
Bunun bir örneği, 2004 yılında ABD’de yayınlanan ve epey ses getiren bir kitaptı:
“Home-Alone America: The Hidden Toll of Day Care, Behavioral Drugs, and Other Parent Substitutes”
Yani, “Evde Yalnız Amerika: Kreşlerin, Psikolojik İlaçların ve Diğer Ebeveyn Muadillerinin Görünmeyen Maliyeti”.
Kitabın sunuş yazısında şöyle deniyordu:
“Neden bugünlerde bu kadar çok sorunlu çocuk var?... Akademisyen Mary Eberstadt, bu kitabıyla, politik doğruculuk yüzünden uzun zamandır açıkça söylenemeyen bir cevap veriyor: Bir kaç onyıl öncesine dek, okuldan eve dönen çocuklar, yemeklerini hazırlayan, sadece varlıklarıyla bile zararlı eğilimleri önleyen ve onları duygusal bir güvenlik ağı ile kucaklayan anneleriyle karşılaşıyorlardı... Bugün ise çoğu anne ev dışında çalışıyor, pek çok baba boşanmış halde uzakta yaşıyor. Çünkü toplum, ebeveynlerin tatminini çocukların üzerinde tutuyor.”
Amerikalıları geleneksel aile yapısına dönmeye davet eden kitap, kültürel önyargılara değil sosyolojik ve hatta klinik verilere dayanıyordu. Yazarı Mary Eberstadt da, isminden anlayacağınız üzere, “örümcek kafalı bir erkek” değil, akademisyen bir kadındı.
Buna benzer daha pek çok yorum bulabilirsiniz moderniteyi bizden önce tecrübe etmiş olan Batı’da. Dolayısıyla da Ali Bulaç’ın “annelik görevini ihmal eden kadınlar” üzerine yaptığı her eleştiriyi “ortaçağ bağnazlığı” zannetmek, yanlıştır.
Fıtrat ve modernite
Ancak madalyonun bir de öteki yüzü var.
O da şu: Kadının “annelik görevini ihmal etmemesi” için, illa evine kapanması gerekmiyor.
Aksine, bu devirde “evine kapanan”, dolayısıyla eğitimden, işten, sosyal hayattan uzak kalan kadınların, donanımlı çocuklar yetiştirmesi mümkün olmaz.
Kaldı ki, bir kadının hayattaki tek amacı ve değeri de “annelik görevi” olamaz. Bir erkeğin sadece “babalık görevi” üzerinden tanımlanamayacağı gibi.
Dolayısıyla çözüm, kadınları işten ve toplumdan dışlamak değil, bunlar ile annelik arasında sağlıklı bir “denge” kurmalarına yardım etmektir.
Aslında Ali Bulaç da, son yazısında, “aile düzenini sarsmadan kadın için nasıl bir istihdam ve hizmet modeli geliştirebiliriz” diye sorarak buna yaklaşmış.
Ancak kendisine hatırlatmak isterim ki, hep bir öcü gibi söz ettiği “piyasa”, bu denge için de formüller üretiyor. Batı’da giderek yaygınlaşan “evden çalışma” modeli gibi. Dahası yine Batı’da “aile-dostu iş kültürü” geliştirme çabaları var.
Bir de şunu belirtmek isterim: Modernite öncesi kültürleri “fıtri” saymak, modernitenin her yeniliğini de “fıtratın bozulması” olarak görmek, yanıltıcıdır.
Öyle ki, bu mantıkla, kölelik kurumunu bile “fıtri” saymak mümkündür. Geleneksel kültürlerin çoğunda var olan kölelik, beğenmediğimiz modernite tarafından kaldırılmıştır çünkü.
TAZİYE: Cesur, demokrat ve özgürlükçü bir gazeteci, ve samimi ve sevecen bir insandı Mehmet Ali Birand. Kendisini çok özleyeceğiz. Allah rahmet eylesin.