İstanbul’a uçuyorum, kaptan yolculuk hakkında kısa bilgiler vermekle meşgul. Uçuş rotası, yükseklik korkusu olanlara ürkütücü ‘feet’ bilgisi, inilecek olan meydandaki hava durumu vesaire. Hani ‘frequent flyer’ olan, kaptanın kesik kesik gelen, insanların artık dinlemediğini düşündüğümüz, bazen tam olarak anlaşılmasa da, algının tamamladığı sözler, cümleler. Zaten herkes o an da ‘bitse de gitsek’ modundadır. Algı da zaten tamamen sağ salim inişe odaklıdır...
Neyse. Uçağa bindiğim zaman aklımda üç konu başlığı vardı. Düşünmek ve yazmak için. Yeni Türkiye, CHP’nin kimlik bunalımı ve kongresi ve Almanlar’ın casusluğu, dinleme olayları... Her ne kadar başlıklar birbirinden bağımsız ve uzak gibi görünse de, içerik olarak birbirine o kadar yakın ve tamamlayacı olduklarını düşünüyorum, tam da uçak yolculuğunda, havada bilmem kaç feet yükseklikte iken. Koltuğumu kendime göre ayarlayıp, raht edip dalıp gitmek istiyorum, yazıdan önce hayaller alemimde kendimle başbaşa kalmak istiyorum. İnsanın kendine vakit ayıracağı zaman diliminin sadece 4 saatlik bir uçak yolculuğu olmasından dem vuruyorum, ama nafile. Seçim sonuçlarını değerlendirirken buluyorum kendimi, cemaati anlamaya çalışıyorum, CHP’nin içinde bulunduğu kendinden menkul ‘kaotik’ durumunu analiz etmeye çalışıyorum, Almanlar’ın ne yapmak istediklerini düşünüyorum. Düşünüyorum, diyorum ki, aslından bu konulardan ‘mükemmel’ bir senaryo üretilebilir, hatta hangi Hollywood yıldızı hangi rolde oynar diye üsteliyorum düşüncelerimi. Düşünüyorum, görüyorum ki, yok yok. Bir filmde başarıyı getirebilecek bütün unsurlar bir arada. Hırs, para, cinsellik, entrika, komplo, ne ararsan var. Acaba işi gücü bırakıp bir senarist mi olsam, oturup bir uzun metraj yazsam... Master yaparken, Amerika’da hayallerim vardı. Çok güzel bir kitap yazmak ve bundan bir senaryo üretmek. Hayata bu şekilde, bir film, bir senaryo gibi bakıyordum çünkü. Halen de öyle, ama, günümüzde bize bırakılan ‘figüranlıktan’ da sıkılmaya başladığımı düşünüyorum. Olaylar o kadar hızlı gelişiyor ki, ipin ucu kaçıyor, filmlerdeki gibi geriye sarma imkanı olmayınca ve sana düşen ‘fgr’ rolünden ötürü iyice çileden çıkıyorsunuz. Bu arada uçak Avrupa semalarında Atatürk havalimanına doğru uçuşa devam ediyor.
Uçak rotasında düzgün, ama beynim bir türbülansa giriyor sonra. Acaba olaylara ne kadar ‘vakıf’ olabiliyoruz. Gördüğümüz, bildiğimiz, bize gösterilen kadar. Bir kamera düşünün, objektifini Ortaköy’e çevirmiş, çöp kutularını, dökülen çöpleri, şişeleri, yemek artıklarını ve bunları değerli bulan kedileri çekiyor. Bunu ekranda gördüğümüzde Ortaköy’de, İstanbul’da çöplerin yoğunluğunu, belediyenin çalışmamasını, hatta çöpçülerin greve gitmiş olabileceğini ya da kedilerin günlük yaşamını, geçimini nasıl sağladığını düşünmek gibi birçok farklı görüşe sahip olabiliriz. Yine aynı kamera Ortaköy Camii’ne odaklansa ve bir de bunu günbatımı/doğumu gibi bir zamanda yapsa, arkasında müthiş bir köprü silütei sunsa, İstanbul ve Ortaköy nasıl bir algıya sahip olur. Bunu yazarken bile heyecanlanıyor ve kokpite gidip ‘kaptan bas’ dememek için kendimi zor tutuyorum. Algı böyle bir şey. Aynı resme bakıp farklı yorumlar yapıyoruz işte algı böyle bir şey oluyor. Algı cenderesinde gerçeklik bulma yarışması burada başlıyor, zira bizler algı ile yönetiliyoruz. Bir reklam filminde de, Holywood mahsulü bir yapımda da, bir müzik klibinde de... CHP bizleri kendisinin sosyal bir parti olduğunu düşündürtmek için algılarla oynuyor, böyle bir algı için objektiflerini kullanıyor. Halbuki, bu algı çukurundan çıktığınız zaman bunun ‘külliyen yalan’ olduğunu görüyorsunuz. Hem liberal hem sosyal nasıl olunur anlatsınlar. Paralelciler ‘din’ algısıyla, ‘Türkçe’ algısıyla oynuyor ve gerçeğin bundan başka olduğu sonradan gün yüzüne çıkıyor. Almanlar kulaklarını dehlizlerimize çevirmiş bizi dinliyor. Çünkü Avrupa’da kendilerini sosyal, politik ve ekonomik olarak tek rakip olarak Türkiye’yi görüyorlar. Korkuyorlar ama sundukları algıda bu yok. Kendilerini Avrupa’nın devi olarak gösteriyorlar ama bu algı uçurumunda kendi gaflet çukurlarında boğulduklarını görmek istemiyorlar. Eskiden olsa Osmanlı haremine bir kız gönderilir ve içten çözerlerdi, demek ki bu ‘sistem’ bu hükümette tutmamış ki, dinlemeyi tercih etmişler. Sakın Almanlar Türkiye’yi ‘paralelciler’ üzerinden dinlemiş olmasınlar? Sakın ülkemizdeki büyük bir medya grubu ve CHP’nin Almanlar ile olan korelasyonu bunu biliyor filan olmasın? Ya algı işte, oynadın mı konuş konuş bitmiyor. Hah, uyarı da geldi, İstanbul için alçalıyoruz. Hasret bitiyor. Algı yolculuğunda size de kolay gelsin, gerçeğe ulaşmanız dileğiyle...