Türkiye meseleleri çok olan bir ülke.
İmparatorluk mirasının hala konsolide edilememiş olması bir neden, çok sevimsiz bir devlet geleneği başka bir neden.
Türkiye’nin doğal olarak çok meselesi var ama hiç kuşkusuz en önemli iki temel meselesi kürt ve alevi meseleleri.
Aslında kürt ve alevi meseleleri için, bu iki temel mesele için, iki ayrı konu demek bile hatalı.
Bu iki meselenin de özü aynı.
Her iki meselenin özü de devletin vatandaşına yaklaşımındaki sakatlıktır.
Bu sakatlık, bu temel hata, doğuştan gelen bu hata, tıpçılar konjenital diyebilirler, tamir edilebilir ise hem alevi hem de kürt meselesi beraber çözülürler.
Bu sakatlık tedavi edilemez ise ne kürt meselesi çözülür, ne de alevi meselesi.
Bu sakatlığın özü ise devletin vatandaşına vatandaş olarak değil, bir etnik grup üyesi, bir inanç topluluğu üyesi olarak bakmasıdır.
Lafı çevirmeye gerek yok, bizim devlet için 1924 Mart’ından beri, vatandaş demek sünni ve türk demektir.
Diğer aidiyetlere karşı sürekli olarak düşmanca davranıldığını söylemek zordur ama devlet mekanizması esas oğlanı, esas kızı sünni ve türk olarak benimsemiştir, diğer aidiyetlere ise çoğunlukla tahammül edilir.
Bazen tahammül edilemediği de olmuştur ama en genelinde durum budur.
2014 Türkiye’sinde bir tek ermeni, rum ya da yahudi vatandaş ordunun, mülki bürokrasinin önemli bir yerinde olamadığına göre bizim vatandaşlık anlayışımızın anayasal bir vatandaşlık anlayışı olduğunu söylemek, isterseniz Atatürk milliyetçiliği de diyebilirsiniz, büyük bir yalan, büyük bir sahtekarlıktır.
Çok yakın zamana kadar Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolarında, hizmetli kadroları dahil olmak üzere, tek bir aleviye rastlamak mümkün değildi, durum şimdi nasıldır, bilemiyorum.
Böyle bir devlet olmaz, olursa da bizimki gibi olur, rahat-huzur yüzü görmez, göstermez.
Bana çok tuhaf geliyor, kürt meselesini Anayasanın 66. Maddesinden, alevi meselesini de Diyanet İşleri Başkanlığı’ndan bağımsız konuşabiliyoruz ve bu nedenden de kalıcı bir adım atamıyoruz.
Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) bir kamu kurumu olarak kalabilir, belki de kalmalıdır ama finansman biçimi MUTLAKA ama MUTLAKA değişmelidir.
DİB’in mevcudiyeti tartışılır, bu kurumun mevcut yapısıyla kalmasını savunmak da meşrudur ve yasaldır, anayasal statüsünün değiştirilmesini savunmak da meşrudur.
Ama bu sonuncu görüş, meşrudur ama siyasal partiler için yasal değildir.
Siyasi Partiler Kanunu’nun (SPK) o ünlü ve ahlaksız 89. maddesi DİB’in genel idare dışına taşınmasını savunmayı siyasal partilere yasaklamıştır (!!!).
Parti programına bu görüşü yazan çok sayıda parti bugüne kadar kapatılmıştır.
Kelimeleri hiç sakınmayacağım, DİB’in mevcut statüsünü savunabilirsiniz, bir meşruiyet itirazım olmaz ama bu işi yaparken SPK 89 sanki yokmuş gibi davranmak ahlaksızlıktır.
En basit biçimiyle, başka bir partinin aksini savunması yasak olan bir görüşü savunmak ahlaklı, erdemli bir tavır olamaz.
Biraz daha maço bir dil kullanabilsem, “erkekliğe sığmaz” diyebilirdim zira bu tavır elleri bağlı rakibinize yumruk atmak anlamına gelmektedir.
Hadi Anayasa 136 (DİB) ile oynayamıyorsunuz, yarın sabah bizim siyasi sınıfın, ayırım gözetmeden her parti için söylüyorum, ilk işi SPK 89’u kaldırmak olmalıdır.
SPK 89 orada dururken alevi açılımı lafı gerçekten çok komik kaçmaktadır.
Aynen, Anayasanın 117. (Genelkurmay Başkanının statüsü) ve 118. maddeleri (MGK, MGSB) dururken askeri vesayetin bittiğini, 66. madde orada iken de kürt meselesinin çözüm yoluna girdiğini söylemek gibi.