Geçen hafta Alaçatı Ot Festivali için Alaçatı’daydım. Pazar muhteşemdi ama oradan ayrılıp sokaklarda dolaşmaya başlayınca tozun toprağın içinde kaldım. Sezon açıldı açılacak ama yollar şantiye gibi, sokaklar pislik içinde!
“Dağ taş pekmez olsun, bal olsun istemem. Küçük bir kase radika olsun, bana yeter” demiş eski bir Çeşme yerlisi... Biz Egeliler için ilkbahar demek yabani ot ve bol bol sakız enginarı demek. Yabani otlar tadını bilenleri mıknatıs gibi kendine çeker. Ben de bu yüzden geçtiğimiz hafta sonu Alaçatı’daydım. Adı gibi kendi de kurabiyeye benzeyen bir otelde ağırlandım. Kurabiye Otel en sevdiğim sokağın tam sonundaydı. Sokak, meydandaki cami avlusundan sol tarafa uzanarak Hacımemiş Camii’ye gider. Boş taş evlerle ve eskici dükkanlarıyla ziyaretçilerini selamlayan, bozulmamış, buram buram köy kokan, huzurlu bir sokaktır burası. Yazın en kalabalık zamanında bile sakindir. Sokak, Asma Yaprağı ismindeki sevimli bir restoranla başlar, eskici dükkanları, tam orta yerinde Kuş Kafesi isminde nostaljik ve farklı tasarımların satıldığı bir dükkan ve birkaç güzel butik otelle devam eder. Dolayısıyla yürüyüş güzergahım çok keyifliydi. Seneler sonra bile Kurabiye Otel dendiğinde burun deliklerimi dolduran mis gibi vanilya kokusu aklıma gelecek. Odama yerleşip akşam için kalın bir şeyler giydikten sonra Asma Yaprağı’na doğru yola koyuldum.
SOFRA?TABLO?GİBİYDİ
Asma Yaprağı’nın methini çok duydum, çok niyet ettim ama ilk kez kapısından içeri girdim. İyi ki de gitmişim. Bence İzmir yemeklerini tatmak ve lezzetli, sağlıklı yemekleri keyifle yemek isterseniz bir gecenizi buraya ayırın. Her şey öyle özenle hazırlanmış ki yemeklerden çok servis tarzı etkileyici.
Çeşme-Karaburun taraflarında ‘kopanisti’ adında yerel bir peynir vardır. Artık bir-iki kişi yapıyor. En ağır, en kötü kokan peynirlerden biridir. Lezzeti tuhaftır, ekşidir. Benim damak tadıma göre değil ama sevenleri mutlaka vardır. Açılışı kekikli ev bazlamalarıyla birlikte gelen bu peynirle yaptık. Mekanın sahibi Ayşe Nur Mıhçı’nın özenle topladığı farklı servis tabakları ilk dikkatimi çeken şey oldu. Bu tabaklarda gelen mezelerle, tablo gibi hazırlanan sofraya bakmaya doyamadım. Birçok şey tattım o gece aralarında sıradan olan tatlar da vardı iyi olanlar da. Beğenmediğim tek şey, pirinç tadı çok baskın olan yaprak sarmasıydı. Israrla tavsiye edeceğim şeyler ise Ege’nin meşhur enginarlı kuskusu ve tamamen Asma Yaprağı’na özel çağlalı baklası.
Anladığım kadarıyla çağla badem Mıhçı’nın tutkun olduğu bir lezzet. Çağla bademle değişik yemek denemeleri yapmayı çok seviyor. Asma yaprağıyla birlikte servis edilen kısıra ise gerçekten bayıldım. Oralara giderseniz tatmadan dönmeyin.
PAZAR HARİKA AMA...
Ertesi sabah yedide, kuş sesleri ve mis gibi vanilya kokusuyla uyandım. Mis gibi pişi ile güne başladım ve her cumartesi kurulan pazarın yolunu tuttum. En güzel zamanı şimdi bu pazarın... Tüm bahar otları tezgahlarda, enginar desen gani gani. Radikalar, cibezler, şevketi bostan, avronez (sarmaşık filizi), itilkişen (yabani kuşkonmaz), turp filizi... İnanın muhteşem ötesi bir manzara. Buraya kadar her şey iyiydi ama cumartesi ve pazar günü Alaçatı sokaklarında fotoğraf makinemle dolaşırken de aklıma şu soru takıldı: “Neden sezonun açılmasına bu kadar az zaman kalmışken yollar, etraf hala şantiye görünümünde?”
Çocukluğum Çeşmealtı ve Çeşme’de geçti. Seferihisar, Urla, Karaburun avucumun içi gibi bilirim. Alaçatı o dönemler taşı, tozu bolca, rağbet görmeyen bir yerdi. Bahar aylarında yabani otlara meraklı İzmirliler dışında kimseler gitmezdi oralara. Küçücük bir köy merkezinden ibaretti. Alaçatı’yı hiç bilmiyorsanız, öyle deniz falan da düşlemeyin. Merkezi denizden kilometrelerce uzaktadır, yürüyerek falan gidilmez. Zaten gitseniz de sizi bol rüzgarlı, sığ ve buz gibi soğuk bir su bekler. İşte bu deniz, sörfçüler için biçilmiş kaftandır. İşte gözlerin bir anda Alaçatı’ya dönmesinin nedeni muhtemelen sörf merkezi haline gelmesiydi.
BİR ARPA BOYU YOL ALINMAMIŞ
Üç-beş sene önce bazı İstanbullular Alaçatı’da bir yıldız gördü ve butik oteller yapmaya başladı. Bir anda arsa fiyatları yükseldi, Boşnak halkı bu durumdan maksimum kazanç için kolları sıvadı. Bu otellerin sahipleriyse genellikle yaşamlarını bundan böyle sayfiye yerinde geçirmeye karar veren büyük şehrin temposundan yorulmuş kişilerdi. Aralarına İzmirli girişimciler de eklenince şu anda sayıca hiç de az olmayan işletme ve oteller bir bir yerini aldı.
Dört senedir düzenli gidiyorum oralara. Ve gördüğüm maalesef sokak ve çevre düzenlemelerinde bir arpa boyu yol alınmadığı... İlk başlarda tek tük olan ve göze son derece sevimli gelen taş evler, iyice küçülen metrekareleriyle artık her yerde. Sıkış tepiş bir halde, fabrikadan çıkmış gibi, birbirine eş. Fiyatlar ise astronomik! Artık ilk gördüğüm kadar sevimli de değil. Oteller tarafında ise durum çok iyi. Zaten bu tabloyu güzelleştiren şey de herbirinin özgün duruşu ve bu yapıları dantel gibi işleyen sahipleri, işletmecileri... Taş, Manastır, Kurabiye, Taş mahal, Kandela, Kalamata, Bardacık ve onlarca otel...
“Alaçatı’nın rüzgarını kesmeyin” demiştim önceki senelerde bir yazımda. Rüzgar kesilmeye başlamış bile. Çünkü bu otellere bu kadar yatırım yapan, emek harcayan, yaptıklarıyla Alaçatı’ya değer katan işletmecilerin işleri kolay değil.
Misafirlerinin yürüyeceği sokaklar pislik içinde, sezon dışında gidebilecekleri iki bilemedin üç restoran açık. Nisan ayına girdik ve hala devam eden yol çalışmaları, bir türlü bitmeyen alt yapı sorunları, sörf okullarının bitmek bilmez problemleriyle boğuşuyor. Tabii en önemlisi sezonun sadece iki aya sıkışıp kalması sorunu. Arsa ve işçilik fiyatlarının fahiş fiyatları, sezonun kısalığı misafirlere bomba gibi fiyatlarla yansıyor. Ayvalık’ta, İzmir pazarında 2-2.5 lira olan yabani kuşkonmaz Alaçatı pazarında 8 lira. Gerisini siz düşünün...
Bu tabloyu gören yerli veya yabancı turist, dünyada ve Türkiye’de pek çok güzel alternatif varken neden denize kilometrelerce uzak bir beldeye tekrar gelsin? Yabani otların mevsimi 10-15 gündür, rüzgarı ise sporcuları ilgilendirir. Buraya o kadar para yatıran girişimcilerin desteklenmesi, işlerinin kolaylaştırılması gerekmez mi? Yine söylüyorum, acilen bir şeyler değişmeli...
Bizim ailenin yemeği
Bu hafta köşemizin konuğu Alaçatı Kurabiye Otel’in sahibi ve tam bir Egeli olan Perihan Akbulut. Kendisi dekorasyondan yemeğe, her şeyin en özelini araştırıp bulmayı çok seviyor. Bu zarafeti hayatının her köşesine yansıyor. Ben de otelde deneme fırsatını yakaladığım pişilerini çok beğendim.
Kurabiye usulü pişi (5-6 kişilik)
Üç kaşık yoğurt, yarım su bardağı su ve bir tatlı kaşığı yemek sodası, biraz tuzla karıştırılır ve un eklenmeye başlanır. Karışım böreklik hamur kıvamında hazırlanıp disk şekline getirilir ve bir saat dinlendirilir. Oklavayla 2-3 mm kalınlığında açılarak bardakla kesilir. Kızgın yağda (arzuya göre zeytinyağı veya ayçiçeği yağı) önce bir yüzü daha sonra diğer yüzü kızartılıp sıcak olarak servis edilir.